Siyasi sataşmalar doğaldır ve çoğunlukla da müttefik devletler arasında vuku bulur. Aynı devletin içinde de rastlanır bu tür sataşmalara. Esasında bu, siyasi görüşlerin açıklığa kavuşturulması maksadıyla tekrar edegelen bir tür siyasi mücadele yöntemidir. Ancak, basının hazırlıksız ve yanlış bir biçimde bu sataşma ve çatışmalara taraf olması tehlikeyi büyütmektedir. Genellikle şöyle olur: Siyasilerin ince hesapları vardır ve telaffuz ettikleri her bir kelimeyi özenle seçerler. Siyasilerin bazı konularda beyanat verip daha sonra bu beyanatlarından tamamen geri adım attıkları da az rastlanan bir durum değildir. Zaten bu tür beyanatlar çoğunlukla halkın umurunda bile olmaz. Hele de seçim dönemlerine denk gelen ataklar esnasında verilmiş ise…

Medyanın açmazı kendisini hükümet destekçisi gibi göstermeye yeltendiğinde başlamaktadır. Bu desteğin aynı anda hem gerçekçi hem de menfaat beklentisiyle yapılmış olması da gerekmez. Medyanın dahili görevi vardır ve bu yüzden yerel dil kullanır. Bu görev; siyasetçilerin beyanatlarını emanet bilinciyle halka ulaştırmaktır. Basının bu görevini yaparken abartıdan, geçmişin kavgalarını bugüne taşımaktan ve halklar arasında mesafe oluşturmaktan kaçınması gerekir.

Medyanın ikinci görevi hükümetleri arasında ihtilaflar bulunan halklara yöneliktir. Bu görev halkı rahatlatmak ve onlara sevgi mesajları iletmektir. Keza, siyasilerin beyanatlarını yorumlarken onların sempatilerini kazanmayı amaç edinmektir. Tabii ki ülkelerin vatandaşlarının duyarlılıklarını da gözeterek… Çünkü bütün hükümetler gelip geçicidir, kalıcı olan halklardır. Dolayısıyla halkların ilişkileri kalıcı ve devamlı olmalıdır.

Bütün Avrupa devletleri yakın geçmişte aralarında kanlı çatışmalar yaşadılar. Ancak, bugün güçlü bir birlik oluşturabildiler. Avrupa halkları siyasi ve toplumsal kalkınmayı gerçekleştirdi. Bunların tamamı “ortak maslahatlar” diye isimlendiren menfaatlerinin gayet de bilincindeler. İşte meselenin özü budur.

Yeryüzündeki tüm halkların ortak maslahatı dayanışmadır. Bu vesileyle Türkiyeli bazı gazetecilere söylemek istediğim şudur: Avrupa Birliği Roma İmparatorluğu değildir. Doğu’da yaşayan bizler de Osmanlı Devleti ya da Selçuklu İmparatorluğu değiliz. Şayet Avrupalılara karşı Osmanlı ya da Selçuklu gibi bir dil kullanırsak sözümüz doğru adrese ulaşmaz. Dolayısıyla Avrupa halklarını kazanamayız.

Avrupa ve Türkiye siyasetlerinin bütünüyle örtüşmemesi gerçekten doğal bir durumdur. Farklı siyasi okuma biçimlerinin olması son derece doğaldır. Avrupalı ve Türkiyeli siyasetçilerin birbirlerine karşı muhalif beyanatlar vermesi de gayet doğaldır. Ancak, Avrupalılara karşı yeni bir dünya savaşına giriyormuşuz gibi bir dil kullanmamız asla doğal değildir.

Avrupa halklarının kanun yapmada ileri bir aşamaya ulaştığını kabul etmeliyiz ve bu konuda onlardan hükümetler arası işbirliği yoluyla yararlanmalıyız. Bu arada Türkiye’nin hâlâ askerlerin yapmış olduğu bir anayasadan şikâyet etmeye ve yeni bir anayasaya geçmeyi hayal etmeye devam ettiğini de unutmamalıyız.

Siyasi tartışma ve çatışmaların siyasetçilerin ofislerinde kalması gerekir. Bunları sokağa taşımak yanlıştır. Son derece önemli şu hususu da iyice idrak etmemiz gerekir: Siyasetçilerin tutumları ve açıklamaları çoğunlukla geçici gündemlere ilişkin olup belirli bir süre sonra geçerliliğini yitirir. Oysa, Türkiye insanı ile Avrupa insanı arasındaki güler yüz… Kalıcı ve sürekli olması gereken işte budur.

Artık halkları arasında duvarları olmayan bir dünyaya doğru ilerleyelim. Zira gelecek budur.

Çeviri: Fethi Güngör