Belki de bir kısmı yakın gelecekte gerçekleşebilecek önemli gelişmelerin işaretlerini artık daha iyi görmeye başladık. Yeni müesses nizamın kurucu aktörleri hazırlıklarını ve hızlarını arttırmış görünüyorlar. Makro bakışla nedir bu diye soracak olursak alacağımız cevap 2010 yılında Tunus’ta başlayan Arap Baharı’yla (!) yarım kalan dünyanın dizayn sürecinin devam ettirilmesi yani yarım kalan işin bitirilmesi diyebiliriz. Tümden gelim yapacak olursak bununla ilgili en son gelişme geçtiğimiz hafta ABD’de yaşandı. Kısa adı JINSA olan “Amerika’nın Ulusal Güvenliği İçin Yahudi Enstitüsü” tarafından düzenlenen 36. ödül töreninde ödül alan ABD Dışişleri Bakanı M. Pompeo, Ortadoğu için PYD/PKK’yı İsrail’leştirecek bir İsrail modeli önerdi ve “müttefik” olarak görülen YPG-PKK’ye desteğin sürteceğini ifade etti. Dolayısıyla Dünya’daki ve Ortadoğu’daki gelişmeler bu ana fikir üzerinden okunursa daha doğru sonuçlara ulaşılabilir. ABD’yi yöneten hakim ve derin gücün amacının sadece dünya hegemonyasını sürdürmek ve kalıcı hale getirmek değil, kendi dışındakilerin kendi seviyesinde yaşama ortamlarını da ellerinde almayı öngören karanlık bir felsefi anlayışın da gerçekleşmesini sağlamak olduğunu da söyleyebiliriz. İşin dinsel mistizmi içeren felsefi derinliği ve yönleri ayrı bir tartışma konusu ancak günümüzün küresel meselelerine sadece İsrail’in güvenliği ve bağıl güçlerin hegemonisinden bakmak bazı olguları açıklamada yetersiz kalmaktadır.
Pompeo’nun geçtiğimiz hafta JINSA ödül töreni gecesinde söylediği hususlar yeni olan şeyler değil. Pompeo, söylediği hususlarda işaret ettiği küresel planları o gece yapmadı. Bu planlar belki de yüz yıllık geçmişi olan planlar, Pompeo bunu dillendiren belki de en son araç. Bu nedenle analiz projeksiyonları da en az yüz yıllık olmalı. Tabi aynı zamanda önceki CIA başkanı olan Pompeo’nun açıklamasından sonra ABD savunma bakanı Mattis’in Trump’ın 3’üncü yılında görevinde olamayabileceği açıklamasının yine ABD başkanı Trump tarafından yapılması diğer bir önemli gelişme. Anlaşılan o ki daha agresif bir pentagon oluşması amaçlanıyor. Bu kapsamda geçen sene 22 Mayısta ABD başkanının S. Arabistan ziyaretiyle daha da belirginleşen İran’a yönelik körfez eksenli Arap NATO’su kurulması işlevi için hem Irak ve Suriye’nin kuzeyindeki hem de körfez-İran hattındaki dizayn süreçleri hız kazanmış durumda. 2013’te Mısır’ın darbeyle dönüştürülmesinden sonra sıra şimdilerde Suudi Arabistan’a gelmiş gibi görünüyor. Cemal Kaşıkçı’nın 2 Ekim tarihinde İstanbul’daki Suudi Arabistan konsolosluğunda kaybolmasını da bu açıdan incelemek yararlı olacaktır. Kaşıkçı’nın İstanbul’daki konsolosluğa giriş görüntülerini Türkiye’den önce basına ABD servis etti. Sonra ses kayıtları, daha sonra görüntüler var deniyor. Yani ABD, S. Arabistan’ın haydutluğunu gözler önüne sererek dünyada S. Arabistan aleyhine bir algı oluşturmak suretiyle onu köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Zaten önceden kameraları kurmuş, ses kayıt cihazlarını yerleştirmiş gibi görünüyor. Son birkaç yılı kaçırma, suikast ve entrikalarla dolu S. Arabistan’ın; Türkiye ile daha büyük krizler yaşaması, bölgede Pompeo’nun söylediği gibi yeni İsrail’ci aparatlar oluşturacak PYD/PKK’ya gerekli finansmanı sağlaması, Katar’ı etkisizleştirmesi, belki de yakın gelecekte oluşturulacak yeni sözde NATO benzeri askeri ittifakla İran’la savaşması ve sonunda da parçalanıp dağılması gibi amaçları gerçekleştirmek için dönüştürülmesi öngörülüyor. Buradaki paradoks ise “Mevcut kral veya veliaht kralla bunlar yapılamaz mı?” sorusu. Mısır örneğinde olduğu gibi Mursi’nin ABD ile problemimi vardı ki darbe yaptırıldı. Aynı durum S. Arabistan için de geçerli.
Türkiye baştan beri yapması gerekeni fazlasıyla yaptı. Olayı ciddi şekilde ve en üst düzeyde araştırıyor. Dolayısıyla kısa vadede ABD ile değil ama Arabistan’la olan ilişkilerde problem yaşanması muhtemel görünüyor. Ancak daha da önemlisi küresel emperyal güçlerin Ortadoğu’daki amaçlarını önleyen ve engelleyen en önemli aktörün Türkiye olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir. Bu nedenle Ortadoğu’da planlanan kaotik senaryolarda Türkiye’ye ne gibi roller biçilmiş olabileceğini düşünmek ve bunları boşa çıkarmak için daha güçlü olmanın yollarını aramak gerekir. Zira FETÖ ve PKK bağlamında iç ve dış tehditlerin Türkiye için oluşturabileceği hassasiyetler henüz tamamen giderilememiştir. Özellikle TSK içindeki FETÖ’cü yapılanmaların üzerine kararlıkla gidilirken, FETÖ’nün başta yargı ve emniyet teşkilatı olmak üzere devletin diğer kurumlarındaki varlıkları henüz TSK’daki kadar ortadan kaldırılamamıştır. Dünyayı dönüştüren küresel emperyal güçlerin kendilerine engel olduklarını düşündükleri noktada Türkiye’ye karşı kullanabilecekleri en önemli iki şeytani aparattan biri FETÖ, diğeri ise PKK/PYD’dir. Bunlar özellikle dış mihrakların içimizdeki etki odaklarıdır. Bu nedenle mücadele tek bir FETÖ’cü ve tek bir PKK’lı kalmayıncaya kadar hız kesmeden ve ara verilmeden devletin bütün kurumlarında devam ettirilmeli, bunların yeniden yeşermesi ve büyümesine asla izin verilmemelidir. Özellikle yasal boşluklardan istifadeyle örgüt üyeliği, görevi kötüye kullanma gibi suçlarla 8-15 yıl gibi düşük cezalar verilen FETÖ’nün üst düzey yöneticilerinin bir daha bu ülkeye hainlik yapamayacak cezalara çarptırılmaları için gerekli yasal düzenlemeler bir an önce yapılmalı, bunların adli kontrol tedbirleri sayesinde yurt dışına kaçmaları önlenmelidir. Yurtdışına kaçan FETÖ’cülerin Türkiye aleyhine neler yaptıklarını her gün görüyoruz. Zira infaz yasasına göre alınan cezanın ancak bir bölümü uygulanabilmekte, iyi hal ve yattıkları süre göz önünde bulundurularak içerideki FETÖ’cüler birer ikişer sessiz sedasız tahliye olabilmektedir. Ülke olarak dışarıdaki gücümüzün içerideki gücümüz kadar olduğunu unutmadan, topyekûn ve tek yürek olarak büyük Türkiye’yi inşa etmek ve aydınlık geleceğe yürümek dileğiyle.