Eylül 2012’de İstanbul’u ziyareti esnasında büyük davetçi Prof. Dr. Salih Mehdi Samarrai’yle gerçekleştirdiğim mülâkatın (1) ikinci kısmını dikkatlerinize sunuyorum:
Muhterem hocam, mülâkatımızın ilk bölümünde Japon düşünür İtagaki’den söz etmiştiniz. Onun İslam’ın Japonya’daki yayılışının gecikmesine ilişkin kanaati nedir?
Bu hususta Prof. Dr. İtagaki farklı düşünmektedir. Ona göre Moğollar, Çin’i işgal edip yönetimi ele geçirdikten ve İslam âlemini tarumar ettikten sonra teorik ve pratik olarak hayatın değişik alanlarında ihtisas ve yeterlilik sahibi olan birçok Arap, Fars ve Buharalıyı devşirerek onları Çin’e yerleştirdiler. Daha çok çiftçi, mühendis vb. binlerce teknokrattan oluşan bu kitle Çin’de yerleşik düzene kavuşunca Çinli kadınlarla evlendiler ve çoğaldılar. Böylece, bölgede günümüze kadar süregelen en büyük İslam topluluğunun nüvesini oluşturdular. Nitekim, Çin’deki Müslüman toplumun %90’ı Uygurlar dışındaki topluluklardan oluşmaktadır.
Aynı dönemde Moğollar, Japonya’yı da işgal etmeye çalıştılar. Üzerinde elli bin savaşçının bulunduğu bir donanmayı oraya gönderdiler. Ancak donanma Japon sahillerine yaklaştığında büyük bir fırtına çıktı ve işgalcilerin tüm gemilerini alabora ederek Japonya’yı işgal etmelerini engelledi. Bunun üzerine işgal kuvvetleri geri dönmek zorunda kaldı. Japonlar, işgalcileri geri döndüren bu fırtınaya, “tanrının fırtınası” adına gelen “Kamikazeli” adını verdiler.
Prof. Dr. İtagaki diyor ki: Eğer Moğollar, işgal kuvvetleriyle birlikte Japonya’yı işgal etselerdi beraberlerinde milyonlarca olmasa da binlerce Arap, Fars ve Buharalı Müslüman’ı getirip oraya yerleştirirlerdi ve bunlar da Japon kadınlarla evlenirlerdi ve böylece Japonya bir İslam ülkesine dönüşürdü.
Her halükârda İslam’ın Kore’deki fiilî tarihi yaklaşık elli yıldır. Japonlar, yüz sene kadar önce İslam’la tanışmaya başlamışlardır.
Sevgili hocam, “Japonya’da İslam’ın Yayılış Tarihi” isimli eserinizde genişçe anlatmışsınız (2), ama, daha önce duymayan okuyucularımızın haberdar olması için kısaca ilk Japon Müslümandan söz edebilir misiniz?
Abdülhalim Noda ilk Müslüman Japonya olarak kabul edilir. Ertuğrul şehitlerini getiren gemiyle İstanbul’a gelmişti. Sultan II. Abdulhamid ondan bazı subaylara Japonca öğretmesini rica etmişti. İki sene kadar İstanbul’da kaldı, subaylara Japonca öğretti. Bu arada, ilk İngiliz Müslüman Abdullah Guliam’ın davetiyle Noda İslam’ı seçti. Abdullah Guliam’ın Müslüman oluşuyla ilgili Mısır’da neşredilen el-Feth dergisinde güzel yazılar çıkmıştı, o yazıların bir kopyasını muhafaza ediyorum.
Abdulhalim Noda bir taraftan Japonca öğretirken öbür taraftan Osmanlıca ve Kur’an-ı Kerim okumayı öğrendi. Bu fırsatı verdiği için Sultan’a çok teşekkür etti. Hacca gitmek istediğini söyledi…
Muhterem hocam, İslam’ın Uzakdoğu’da yayılmasına katkıda bulunan iletişim araçlarına ve bu bölgelerde Kur’an’ın mesajının tebliğ edilmesine yardımcı olan pratik yol ve yöntemler konusundaki kanaatlerinizi, günümüz davetçilerine de örneklik teşkil etmesi bakımından bizimle paylaşır mısınız?
Japonya’daki elli yıllık tecrübemden ve Kore ile olan yakın alakamdan edindiğim kanaatlerimden hareketle şunları söyleyebilirim: Aslında benim Kore’yle ilgili ilk izlenimlerim Japonya’dan önce olmuştur. Ellili yılların ortasında Türk davetçi Zübeyir Koç’un Türk gazetelerinde yazdıklarına, 1959 yılında Karaçi’de Müslüman Kore heyetiyle bir araya gelerek elde ettiğim bilgilere ve merhum Dr. Said Ramazan’ın Cenevre’de yayımladıklarına dayanmaktadır. İşte bütün bu tecrübelerimden ve gözlemlerimden hareketle ben İslam’ın Güneydoğu Asya’da ticaret, göç ve evlilik yoluyla yayıldığı gibi Uzakdoğu’da da aynı yöntemle yayılacağına inanıyorum.
Ticari ilişkiler (Japonya ve Kore’de görüldüğü gibi) İslam’ın yayılmasına çok yardımcı olmuştur. Yetmişli yıllardan günümüze kadar Koreliler Arap ülkelerinde bulunmuşlar ve kârlı ticari faaliyetler yapmışlardır. Yüzlerce Korelinin Müslüman olmasında bunun büyük bir etkisi olmuştur. Aynı durum Japonya için de geçerlidir.
Göçe gelince, bizler binlerce Müslümanın ticaret ve çalışma amacıyla Kore’ye göç ettiğini ve o ülkenin kızlarıyla evlendiklerini, oralarda izler bıraktıklarını, mescitler inşa ettiklerini görüyoruz. İşte bu, İslam’ın o bölgede yayılmasında önemli bir faktördür.
Turizmi de unutmamamız gerekiyor. Milyonlarca Koreli ve Japonyalı İslam dünyasını ziyaret etmekte, Müslümanlarla buluşmakta ve bu turistlerden çok sayıda insan İslam’ı benimsemektedir. Hatta bunlar, Avrupa, Amerika ve diğer ülkelerdeki Müslümanlarla da buluşmakta ve böylece İslam’ı kabul etmektedir. Buna ilave olarak Müslümanların Kore ve Japonya’ya yaptıkları turistik seyahatleri de sayabiliriz. Bu tür seyahatler de İslam’ın yayılmasını hızlandırmaktadır.
Aynı şekilde, Kore ve Japonya’nın İslam ülkelerinden öğrenci kabul etmeleri, keza, Koreli ve Japonyalı öğrencilerin eğitim amacıyla İslam ülkelerine gitmeleri de Uzakdoğu halklarının İslam’ı tanımasında ve kabul etmesinde önemli bir rol oynamaktadır.
Buna Kore ve Japon üniversite ve enstitülerinde Müslüman halkların dilleri ve kültürüyle ilgili eğitimler yapılmasını da ekleyebiliriz. Bu eğitimler, İslam’a ve İslam medeniyetine yönelmede, bu konuda bir bilinç ve anlayışın oluşmasında, bu sayede çok sayıda öğrencinin İslam’a girmesinde çok etkili olmuştur.
Sevgili hocam, İslam’ın Uzakdoğu’da yayılmasında medyanın ve kitle iletişim araçlarının payı nedir sizce?
Yukarıda anlattığım ilişkilerden önce, ilk zamanlarda radyoların bu konuda büyük katkısı olmuştur. Daha sonra televizyon vb. medya araçları İslam’ın Uzakdoğu’da tanınmasında etkili olmuştur. Günümüzde ise, internet devriminden sonra çok güçlü bir iletişim aracı elde etmiş bulunmaktayız. Artık, internet yoluyla, davetin sınırı ve engeli kalmamıştır.
Muhterem hocam, siz bütün dünyayı, özellikle İslam âlemini karış karış gezdiniz. Sizce “İslam Dünyası” deyince nereleri anlamalıyız?
İslam dünyası Brunei’den Fas’a kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kapsamaktadır. Buna dünyanın farklı bölgelerindeki yedi yüz milyon Müslüman’ı da ekleyebiliriz.
Peki hocam, sizce, İslam dünyasının, bir başka ifadeyle Müslüman halkların ya da İslam ümmetinin dünya halklarıyla sağlıklı münasebeti ne şekilde kurulmalıdır?
İslam ümmetinin diğer halk ve toplumlara karşı tutumları iki çerçevede mümkün olabilir. Müslüman olan diğer halklar onların kardeşleridir. Nitekim Kur’an-ı Kerim bunu açıkça ifade eder (Hucurât 49:10). Henüz Müslüman olmayan halklarla da iyi ilişkiler kurmaya önem vermeli ve özen göstermeliyiz. Zira, bütün bir insanlık İslami davetin birinci derecede muhatabıdır, yani ümmet-i davettir.
Hocam, bu söylem gayet güzel, ancak, bir de reelpolitik var. Uluslararası ilişkiler ağının Müslümanların diğer halklarla davet ilişkisi geliştirmedeki olumsuz etkileri sizce nasıl bertaraf edilebilir?
Daha çok Uzakdoğu’dan konuştuk. Mesela, Kore, Japonya ve Çin halklarıyla Müslümanlar arasında ne tarihte ne de günümüzde büyük ve kalıcı savaşlar ve düşmanlıklar olmamıştır. Ben gelecekte bizimle onlar arasında davet ilişkisini zedeleyecek düzeyde büyük savaşlar ve düşmanlıklar olacağına da ihtimal vermiyorum.
Bizler Müslüman olarak Uzakdoğu halklarına kalplerimizi açıyoruz, ellerimizi uzatıyoruz. Onlarla her türlü ticari, iktisadi ve kültürel alışverişe büyük önem veriyoruz. Bizim tarihimiz bu ilişki tarzına şahittir. Günümüzdeki birçok uygulama da buna şahitlik etmektedir. Her ne kadar bazı çevreler İslam medeniyetiyle Budist Konfiçyüs medeniyeti arasında işbirliğinden korksalar da, bu korku yersizdir. Zira her iki medeniyet de barış ve sevgi medeniyeti olup korkuya mahal yoktur.
Muhterem hocam, insanlar davetin çok zor olduğunu, davetçi olmanın ağır şartları bulunduğunu zannediyorlar. Bu zan onları davetten uzak tutuyor. Siz bu tespitime ilişkin değerlendirmeniz nedir?
Davet en kolay iş. Nimetullah Hoca’yla ilgili altı ayrı makale hazırladım: Son Sarhoş, İngiliz Ravza, Koreli Dört Gencin İslam’a Girişi gibi başlıklarla bunları bir araya getirdim, yayınlamayı düşünüyorum. Allah’a davet etmek gerçekten çok kolay. Allah Rasulü “Benden bir tek âyet olsun tebliğ edin, başkalarına ulaştırın.” buyurmuştur.
Nimetullah Hoca’yla birlikte Dubai’ye bir gidişimizde, sekiz saatlik yolculuktan sonra argın yorgun otelimize ulaşmıştık. Gidişimizi öğrenen Filipinli bir hanımın bizi beklediğini öğrendik. Birkaç dakika tebliğ yaptık, kadın İslam’a giriverdi. Adını Aişe koyduk. Bu anlattıklarım birkaç dakika içinde gerçekleşmişti.
Daha iki gün önce, Nimetullah Hoca’yla birlikte Şehzadebaşı’nda küçük bir mescitte namazımızı kılmış, çay ocağının önünde oturup çay içmeye başlamıştık. Biri Rus, biri Fransız, biri İspanyol üç kişi geldi. Sürekli fotoğraf çekiyorlardı. Nimetullah Hoca; “buyurun, buyurun oturun, birlikte bir çay içelim” deyip onları davet etti. Oturdular, kısa bir sohbetimiz oldu. Önce Rus Müslüman oldu. Ardından Fransız kadın, son olarak İspanyol kocası İslam’ı kabul etti. Nimetullah Hoca kadına Hatice adını verdi, kocasına Ahmet ismini koydu. Ama İspanyol adam; “Hayır, Ahmet yetmez, ben Muntasirbillah adını almak istiyorum” dedi. Bildiğiniz gibi bu isim Endülüs sultanlarından birine aittir. Bunları anlatırken demek istediğim odur ki, davet gerçekten çok kolay…
Muhterem hocam, davet konusundaki sohbetimizi bitirmeden son olarak ne söylemek isterisiniz?
Biz davet, tebliğ ve irşad konusunda şu iki âyeti kendimize şiar ediniyoruz:
“Ey iman edenler! Hep birlikte teslimiyet yoluna girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin! Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.” (Bakara, 2:13).
“Ey insanlık! Elbet sizi bir erkekle bir dişiden yaratan Biziz; derken sizi kavimler ve kabileler haline getirdik ki tanışabilesiniz. Elbet Allah katında en üstününüz, O’na karşı en takvalı (sorumluluk bilinci en yüksek) olanınızdır; şüphe yok ki Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.” (Hucurât, 49:13).
İşte, bu şuurla gönüllerimizi, ellerimizi ve kucağımızı -inançları ve kültürleri ne olursa olsun- tüm dünya halklarına açıyor ve onları Allah’ın dinine, İslam’a davet ediyoruz.
Hocam, bu yorgun ve hasta halinizle bizi kırmayıp sorularımızı iştiyakla cevapladığınız için çok teşekkür ederiz. Rabbim, ömrünüzü adadığınız davet alanındaki çabalarınızı en güzel karşılıkla, Adn cennetiyle ödüllendirsin.
Âmîn. Wesselamu aleykum we rahmetullahi we berekâtuh…
Kaynaklar:
Fethi GÜNGÖR; “Japonya İslam Merkezi Fahri Başkanı Prof.Dr. Salih Samarrai ile Allah’a Davetin Yöntemi Üzerine…”, Söyleşi, Kur’ani Hayat Dergisi, Sayı: 27, Kasım-Aralık 2012, s.52-58.
Salih Mahdi Al SAMARRAI, “Islam in Japan (1960-1970)”, , 02.12.2018.Salih M. SAMARRAİ; “Japonya Müslümanları”, , 23.11.2000.Salih Mehdi SAMARRAİ; “Müslümanlar Uyanıp Tebliğe Başlamalı”, , 28.09.2012.Salih Mehdi SAMARRAİ; “İslâm’ın yayılmasından korkuyorlar”, , 28.09.2012.Salih Mehdi SAMARRAİ; “Irkçılık İslâm Âlemi’nin kefenidir!”, , 28.12.2015.Salih SAMARRAİ; “Davetçi Matlub Ali, Nimetullah Hocaefendi’yi Takip Ediyor”, , 12.04.2016.Salih SAMARRAİ; “İnsanları İslam’a Davet Etmenin En Hızlı ve Basit Yolu”, , 13.04.2016.