Öğle ya da ikindi vakitleri surların gölgeliğinde uzananlar, yatanlar sayılamayacak kadar çok. Sur kentliler ‘dinlenme bilincinde’ üstün bir uzlaşı sağlamış. Bu konuda yaklaşım farkı yok. Sözünü ettiğim bilinç herkesi; Arabı, Kürdü, Türkü, Zazası ile herkesi kucaklamış. Aynı sıcağın mağdurları zaruretten doğan bir ortak zeminde buluşmuş. Bence çözüm süreci de buradan yürüyebilir.

H.Yahya Şekerci

Yer Diyarbekir. Aylardan Ramazan ve olabildiğince sıcak. Hayat o kadar yavaş akıyor ki… Öğle ya da ikindi vakitleri surların –Diyarbekirlilerin diliyle bedenlerin- gölgeliğinde uzananlar, yatanlar sayılamayacak kadar çok. Sur kentliler ‘dinlenme bilincinde’ üstün bir uzlaşı sağlamış. Bu konuda yaklaşım farkı yok. Sözünü ettiğim bilinç herkesi; Arabı, Kürdü, Türkü, Zazası ile herkesi kucaklamış. Aynı sıcağın mağdurları zaruretten doğan bir ortak zeminde buluşmuş. Bence çözüm süreci de buradan yürüyebilir. Tüm tarafların zaten dahil olduğu, muhatap meselesinin tabii yollardan aşıldığı bir çözüm süreci. İyi olmaz mı?

Araçlar dahi ağır ağır ilerliyor burada. Klima her yer için nimet ama burası için gündelik yaşamın olmazsa olmazı. O hattın, yani Diyarbekir, Mardin, Urfa ve Siirt’in yaz aylarında hemen hemen aynı sıcaklıklara sahip olduğunu öğreniyoruz. Yanıyoruz azizim. Hele hele iftara yakın hayat neredeyse durma noktasında geliyor. Sokaklarda kimsecikler yok. Olanlar da yemeğe gidiyor zaten.

Köşe başlarında “iftariyelik çiğköfte” yoğuran ustalar bile kendilerini yormadan, terlememeye özen göstererek işlerini yapıyorlar. Buz marifetiyle yoğuruyorlar çiğköfteyi. Evet, iftariyelik çiğköfte. Bol acılı, iftar sofralarının aranan mezesi çiğköfte. Bu arada çiğköfte dükkanlarda, bekletilerek satılacak bir şey değil yapıldığında hızlıca tüketilmesi geren bir şeydir diyorlar.

Dicle Nehri’ni besleyen kollar şehrin bazı sokaklarını şenlendiriyor. Mahalle aralarından geçen akarsular bunlar. Bazı yerlerde çevresi düzenlenmiş. Ataerkil Diyarbekir erkeği bile sıcağa daha fazla direnemiyor ve teslim oluyor burada. Abiler ağır ama ayakları suda. Paçaları sıvayıp suların kenarından ayaklarını indiriveriyorlar. Tabi yalnız değil hiçbiri; muhabbet sürmeli. Elde kehribar tespihler, yokuş çıka çıka akşam ezanını bekliyorlar.

Not: Yokuş çıkmak bir tespih çekme raconudur. Tespihi sallamadan, baş parmak marifetiyle, tırmanır gibi yavaşça çekmek demektir.

Karadenizli bir arkadaşla gittiğimiz Diyarbekir’de sıcağı iliklerimize kadar hissediyoruz desek yeridir. Ufuk-Nilgün çifti ağırlıyor bizi. Misafirperverliklerine diyecek yok. Ama sıcak. Çok sıcak. Onlar ne yapsın. Benden önce uyumaya giden arkadaşımı sahur vakti uyandırmaya gittiğimde sıcaktan contayı yakmak üzere olduğunu fark ettim. Saçmalama evresinden az evvel geri döndürdüğüm arkadaş, yakaza halinde “gidelim buradan yoksa hepimiz buharlaşıp öleceğiz” gibi cümlemsi şeyler kuruyordu yazık.

Bölgenin genel atmosferini sorarsanız işler biraz karışık ama ben güzel hikayeler peşine düştüm. Gördüğüm güzel şeylerden biri de İlim Yayma Cemiyeti’nin bu eski şehirde yaptığı faaliyetler. Başkan Mustafa Sarıbıyık Dicle Üniversitesi’nde tarih doçenti. Aslen Maraşlı. “Diyarbakır aşığıyım” diyor. Neredeyse 20 yıldır burada hoca. Güzel adam. Toplam üç yurtta 622 talebeye ev sahipliği yaptıklarını söylüyor. İhtiyaç giderek de artıyormuş. Burası bölgenin dünyevileştirme projesine karşı koyan bir merkez olmuş. SODES desteğiyle Mevlana Halid Eğitim Kültür Evi gibi iyi projelere imza atıyorlar. Yanı sıra dil kursları açmış cemiyet. Ücretsiz bir şekilde Arapça, Farsça, İngilizce ve Osmanlıca kursları var kurum bünyesinde. İsteyen herkes gelip bu kurslardan faydalanabiliyor. Klasik sanatları da ihmal etmemişler. Hat, tezhip, ebru, bağlama ve ney kursları da var. ‘Hayat sanattır’ sloganıyla revan olmuşlar yola ve yürümeyi sürdürüyorlar. Mesleki eğitim programlarının yanında bir de SBS öğrencilerine yönelik kurslar veriliyor. Bunlar Diyarbakır için o kadar mühim ki. Burada saydığımız şeyler başka şehirler için sıradan şeyler olabilir ama burası için hayati öneme sahip bir işlev görüyor.

Eğitim, kültür faaliyetlerini birileri tekeline almaya çalışıyor zira. Seküler bir anlayışla yapmak niyetindeler. Bu sebepten bu tip çalışmalar Müslüman aileler, çocuklar için can simidi gibi. Hepsinden Allah razı olsun.

Kuran çalışmaları, felsefe okumaları, şiir edebiyat tedrisatı gibi uğraşıları da var cemiyetin. Ve bence en önemlisi “birlikte yaşama ve birlikte başarma” etkinlikleri var ki oldukça önemli. Zira burasının en çok muhtaç olduğu şeylerin başında “birliktelik” bilinci geliyor. Dışarıdan gelince bunu hemen gözlemleyebiliyorsunuz. Bu ihtiyacı hissetmiş olmalılar ki bu kabil işler yapıyorlar. Nur olsunlar.

Dışarıdan derken tabi; burası bizim memleketimiz. Yoksa kendi özüne dahi oryantalist nazarıyla bakmak değil niyetimiz. Burası bizim ve biz buralıyız. Mesele olanı görmek ve aktarmaktan ibaret.

Mihmandarlığımızı yapan Ufuk abi bir akademisyen. Dicle Üniversitesi felsefe bölümünün başkanlığını yapıyor. Çağdaş felsefe uzmanı ama heybesi oldukça dolu. Yılların getirdiği dostluğun verdiği muhabbetle sohbet ede ede geziyoruz. Tabi böyle bilge bir adam size eşlik ederse gezmek yalnızca gezmekten ibaret bir şeyden çok daha fazlası oluyor.

Şehri azıcık çıkıp on gözlü köprüye doğru yol alırken biraz uzakta bir tepenin başına inşa edilen toplu konutları görüyoruz. Meğer şu türkülerde geçen Kırklar dağıymış burası. Dikine yapılaşmanın şehirlerimizi nasıl çirkinleştirdiğine burada bir kere daha şahitlik ediyoruz. Ufuk abi sözünü ettiğimiz konutların inşa sürecinde bir sürü çelişik eylemin gerçekleştiğini not ediyor.

On gözlü köprüye geliyoruz. Dicle nehri üzerine yapılmış olan bu köprünün öyküsü bazı kaynaklara göre 6. Yüzyıla kadar uzanıyor. Çevresi yeni yeni düzenlenmiş, hizmete açılmış. İnsanlar köprünün etrafına gelip Dicle manzarasını temaşa ediyorlar. Köprü yüzyıllar içinde defalarca tamirat görmüş. Bugünkü haline ise Mervaniler döneminde Nizamüddevle Nasr’ın emriyle kavuşmuş. Son yıllara kadar kullanılıyormuş köprü. Diyarbakır’ın doğu kısmına buradan geçilerek ulaşılıyormuş. Dikkatimi en çok çeken şey ise köprü üzerine yapılmış olan “namazgah” Evet, Mervaniler köprüyü tadil ederken köprü üzerinde bir çıkıntı şeklinde kıble yönünü gösteren bir mihrapcık yapmışlar. Etrafına da ancak 3-4 kişinin namaz kılabileceği bir alanı belirten bir çizgi çekmişler. Daha doğrusu taşları öyle döşemişler ki buranın ayrı bir nokta olduğunu hemen anlıyorsunuz. Olur da buradan geçenler kıble yönünü bilmek ister ya da köprü üzerinde namazlarını eda etmek isterler… Ne incelik değil mi. İşte İslam’ı, medeniyetimizi hatırlatan bu zerafete rastlamak mutluluk verici. Bu bilgiler de Ufuk abiden tabi. Sağolsun.

Hikaye burada bitmiyor. Nasipse bir sonraki yazıda Diyarbekir’e dair aldığım notları paylaşacağım.