Ron Burnett, “İmgeler Nasıl Düşünür?” (çev. Güçsal Pusar, Metis Yay.) kitabında şöyle der:

“Dijital imgeler başta televizyon ve internet olmak üzere sinema filmlerinden video oyunlarına, fotoğraftan animasyonlara iletişim ortamlarının ayrılmaz parçası haline geldi. Dijitalleşme, farklı bir insan ilişkisi ve topluluk biçimi ortaya çıkararak, bir anlamda yeni bir sosyoloji doğurmuş oldu. İmge teknolojilerine o kadar fazla zeka yüklenmiş durumda ki, sık sık imgelerin ‘düşündüğü’ hissine kapılıyoruz…”

Biraz uzun oldu…

Tespitlerin tamamı doğru.

İmge bombardımanına algı operasyonu da eklendi günümüzde. Bir şeyi dönüştürmek, yok etmek yahut parlatmak isterseniz dijital platformları devreye alıyorsunuz. Sonucu istediğiniz biçimde dönüştürüyorsunuz.

“Görsel algı” dediğimiz ve yeni bir tanımlamayla “imge ekolojisi”ne dönüşmeye başlayan bu başdöndürücü süreç, sahip olduğumuz bütün ekranlardan hayatlarımızın tam da ortasına doğru akıyor.

John Berger, “Görme Biçimleri”nde “Görme, konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir” der.

Berger’in bu teorisi üzerine projelerini kuran algı merkezleri başarılı olmuştur.

Bilgisayar, cep telefonu veya televizyon ekranlarından hayatımıza boca edilen modeller, olgular, değerler düzleminde şekillenen bir insanı nasıl dönüştürebiliriz?

Lügatinde yüzbinlerce kelime bulunan bir kültürün günlük konuşma dili 80 kelimeye kadar düşmüş ise hangi düşünceden, sanattan, edebiyattan söz edebiliriz?

Hatta bu 80 kelimenin 45’i bilişim dili ise…

Görme, sözcüklerden önce gelir.

İşte bu gerçeği bir tek biz bilmiyoruz.

Dijital bombardıman derinleştikçe sahte imgelerin yol açtığı yalnızlığımız da büyüyor. Dolayısıyla yeni bir direniş, yeni bir ret dili ve karşı devrime ihtiyacımız var.

Dijital araçlarla bize yansıtılan çok az şey hakikate yakın. Gerçek gibi gösterilen imgeler bütünü veya rol modeller yeni bir kapitalizm aracı sadece. Gerçekte var olmayan karakterlerle şişirilmiş sanal bir nesil inşası…

Televizyon ekranlarından yansıtılan gösterişli hayatların çok uzağında olmamıza rağmen bu kadar içselleştirmemiz başka nasıl izah edilebilir?

Görme duyusu ile düşünme arasındaki makas açıldıkça hakikat arayışımız da giderek bulanıklaşıyor ve sunulana göre şekilleniyoruz. Çünkü hedeflenen bu…

İmgeler, birer yapay zekaya dönüşüyor. Bizi ele geçiriyor. Zihnimiz ve bedenimizi dönüştürüyor. Bizi hakikat çizgisinden, fıtrat bağlamından uzaklaştırıyor.

Bir çeşit mankurtlaştırma operasyonu…

Ron Burnett’e dönelim ve şu sorulara cevap arayalım: Bu dijital bombardıman karşısında nasıl bir refleks geliştireceğiz? Hangi aygıtlarla mücadele edeceğiz? Nasıl korunacağız?…