Yıllarca Darwinizm ve Masonluğa karşı yüzlerce kitap, binlerce makale ve konferanslar veren “HarunYahya” lakaplı Adnan Oktar yakın zamanda sahibi olduğu A9 kanalının canlı yayınına katılan İtalyan Mason Locası lideri Gian Franco Pilloni’nin elinden “33. Derece Mason Diploması” almış ve sağ kolunu İsrail’e göndererek en azılı Siyonistlere kameralar önünde desteğini sunmaktan çekinmemişti.
A9 kanalında “kediciklerim” dediği dekolteli ve mini etekli kadınlarla dans etmesiylede bu çarpık din anlayışının üzerine tüy dikmiş ve birçok Müslüman’ın tepkisini çekmişti.
Ve nihayet bu haklı tepkiler karşılık bularak çocukların cinsel istismarından şantaja, kaçakçılıktan rüşvete, resmî belgede sahtecilikten siyasi ve askeri casusluğa kadar bu köşeye sığmayacak birçok suçlamayla Adnan Oktar gözaltına alınarak tutuklandı.
Dini istismar eden, sulandıran, her türlü suça bulaşan Oktar’ın derdest edilmesi halkın tamamında büyük bir memnuniyetle karşılandı. Asıl tartışmalar ise bundan sonra başladı. 15 Temmuz darbe (işgal) girişiminden sonra FETÖ’ye yapılan operasyonlarda “FETÖ üzerinden bütün dini yapılar hedef alınacak” iddiası tekrar dillendirilmeye başlandı. Son günlerde ekranlara çıkan “ulu hocalar” tarikat ve cemaatler üzerine sonu gelmez tartışmalar yapıyor. Bir kısmı bütün cemaat ve tarikatların FETÖ ile aynı zihniyete sahip olduğunu ve kapatılması gerektiğini; diğer kısmı ise yanlışlarını görmezden geldikleri tarikat ve cemaatleri körü körüne savunuyor. Tarikat ve cemaatlerin gerçekte neye tekabül ettiğini, dini suiistimal eden, iktidar ve para üzerinden güç devşirenler olduğu kadar toplumun ıslahına dönük çalışan, para ve iktidara mesafe koyan dini yapıların varlığına dikkat çeken insaf sahibi hocalar ise az da olsa seslerini duyurabiliyor.
Peki devlet bu meseleye nasıl yaklaşıyor? Birilerinin “Bütün dini yapıları FETÖ potasına koyarak Kemalistler’in 28 Şubat’ta yarım bıraktığı görevin AK Parti’nin devraldığını” iddia ettiği şekilde mi görüyor?
Başkan Erdoğan liderliğindeki devletin attığı adımlara baktığımızda bu iddianın ne kadar uçuk ve insafsız olduğunu net olarak görmek mümkün. Şu ana kadar devletin müdahale ettiği din görünümlü yapılara baktığımızda terör faaliyetinde bulunan DAEŞ; devlete sızma, dış güçlerin ajanlığı ve darbe girişiminde bulunan FETÖ; son olarak da yukarıda bahsi geçen suç makinesi Adnan Oktar’ı görüyoruz. Bu müdahaleleri baz aldığımızda dini istismar etmeyen, kamu düzenini bozmayan, dış odakların casusluk faaliyetinde bulunmayan hiçbir yapıyla devletin bir meselesinin olmadığı ortaya çıkıyor. Çünkü devlet bunu din meselesi değil, güvenlik sorunu olarak okuyor.
Devletin din alanına müdahale etmesinin ne kadar yanlış olduğunu 28 Şubat sürecinde hepimiz yaşayarak gördük. Devletin görevi din alanını dizayn etmek değil, doğru din anlayışını mümkün kılacak kamusal düzeni inşa etmektir. Bugün icraatlarından görebildiğimiz kadarıyla devleti yönetenlerin önlerine koyduğu takvim de aynı doğrultuda.
Devlet elindeki istihbarat bilgilerinde kimin ne olduğunun farkında. FETÖ, Adnan Oktar ve benzerlerine karşı yürüttüğü haklı mücadelenin yaş-kuru demeden bütün dini yapılara da yöneleceği iddiasında bulunanların oluşturduğu korku ve endişenin üstesinden gelmek için suiistimal, ajanlık ve istismardan beri olan dini yapıların güven içinde faaliyetlerini sürdürebileceği mesajını net bir şekilde vermelidir.