Ne yazık ki ahlâkın mahvedildiği bir zaman diliminde yaşıyoruz. Edep, hayâ, iffet, utanma duygusu bitti. Lûtilik ve benzerleri ortaya çıktı. Eşcinsellik adı altında bütün inanç değerlerimiz ve kültürel zenginliğimiz mahvolmak üzere. Gûya hakları varmış. Allah’ın lânetlediği ve bu yüzden kavimleri bile helâk ettiği bir şeyi, kimin hakkı var ‘hak’(!) olarak vermeye ve almaya?
Fuhuş haddini aştı. Adeta kanunlarla korunuyor. Evlilikler azaldı, boşanmalar arttı. Neden bütün bunlar görülmek istenmiyor? Kim Allah’tan daha iyi bilecek acaba, bütün bunlardaki hüküm ve yasakları?
Maalesef birkaç nesli kaybettik. Aileyi mahvettik. Kızları okutmak ve çalıştırmak derken bunların başımıza geleceğini hiç mi düşünmedik? ‘Kadın hakları’ adı altında ne kadar da aldatıldı insanlarımız! Avrupa’ymış! İşte bize bıraktıkları…
Yazar, çizer ve konuşanlarımız hep söylüyordu(k) bunları yıllardır. Ama ancak şimdilerde görüntüye çıktı. Nasıl durdurulur bu felâket? Düşünüyor muyuz? Gemi batacak neredeyse!
Bir hadisi-i şerif var ki gerçekten çok dikkat çekici. Ne güzel bir uyarı.
Allah Rasûlü sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz ashabına şöyle buyurdular:
“Allah’ın çizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye binmek üzere kur’a çeken topluluğa benzerler. (Kur’a sonucu) onlardan bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt katına yerleşmişlerdi. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçiyorlardı. Alt katta oturanlar:
-Hissemize düşen yerden bir delik açsak, üst katımızda oturanlara eziyet vermemiş oluruz, dediler.
Şayet üstte oturanlar, bu isteklerini yerine getirmek için alttakileri serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batar helâk olurlar. Eğer bunu önlerlerse, hem kendileri kurtulur, hem de onları kurtarmış olurlar.” (Buhârî, Şirket 6; Şehâdât 30. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 12)
Örnek ne kadar dikkat çekici.
Malesef bir hastalık başladı. Artık kimseye dokunmamak. Sanki kendisine dokunmayacak! Sanki o yılan bir gün çocuklarını da sokmayacak! “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” edebiyatı…
Ama öyle de olmadı. O yılan herkesin ya yavrusuna ya da torununa geldi. Bakın sokaklara! Nineler, analar ve çocuklara! Aman ya Rabbi!
İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İsrailoğulları arasında dinden sapma, ilk defa şöyle başladı:
Bir adam bir başka adama rastlar ve:
Bana baksana! Allah’tan kork ve yapmakta olduğun şeyi terk et. Çünkü bu sana helâl değildir, derdi. Ertesi gün, aynı işi yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten nehyetmediği gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah Teâlâ kalplerini birbirine benzetti.
Sonra Resûl-i Ekrem şu âyeti okudu:
“İsrâiloğullarından kâfir olanlar Dâvud’un ve Meryem oğlu İsâ’nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, baş kaldırmaları ve aşırı gitmeleriydi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi! Onlardan çoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin onlara âhiret hayatı için hazırladığı şeyler ne kötüdür! Allah onlara gazab etmiştir, onlar azab içinde temelli kalacaklardır. Eğer Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilen Kur’an’a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir” (Mâide sûresi (5), 77-81)
Hz. Peygamber bu âyetleri okuduktan sonra şöyle buyurdu:
“Hayır, Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder kötülükten nehyeder, zâlimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalplerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrâiloğullarına lânet ettiği gibi size de lânet eder.” (Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Tefsîru sûre (5), 6, 7)
Yeme, içme, giyme vs. Tam dünya zevkleri. Ağlayan bir dünyamız var ama ne haber? Kafeler vs ler…
Ebû Zeyd Üsâme İbni Zeyd İbni Hârise radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ i şöyle buyururken işittim:
“Kıyamet günü bir adam getirilir ve cehennem ateşine atılır. Bağırsakları karnından dışarı çıkar ve onlarla birlikte değirmen döndüren merkeb gibi döner durur. Cehennem halkı onun yanına toplanırlar ve derler ki:
– Ey filân! Sana ne oldu? Sen iyiliği emredip kötülükten nehyetmez miydin? O kişi de:
– Evet, iyiliği emrederdim, fakat kendim yapmazdım, münkerden nehyederdim, fakat kendim yapardım, der.” (Buhârî, Bed’ül-halk 10; Müslim, Zühd 51)
Zaten mü’minlerin en belirgin özelliğinden biri de bu değil midir? Ama kaç kişi bunu yapan?
“İnanan erkekler ve kadınlar, birbirlerinin velisidirler. İyiliği emreder, kötülükten menederler.” (Tevbe sûresi (9), 71)
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ i şöyle buyururken işittim dedi:
“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle buğz etsin ki, bu, imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân 78. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17)
***
[2. Bölüm]
Ne yazık ki ahlâkın mahvedildiği bir zaman diliminde yaşıyoruz. Edep, hayâ, iffet, utanma duygusu bitti. Lûtilik ve benzerleri ortaya çıktı. Eşcinsellik adı altında bütün inanç değerlerimiz ve kültürel zenginliğimiz mahvolmak üzere. Gûya hakları varmış. Allah’ın lânetlediği ve bu yüzden kavimleri bile helâk ettiği bir şeyi, kimin hakkı var ‘hak’(!) olarak vermeye ve almaya?
Fuhuş haddini aştı. Adeta kanunlarla korunuyor. Evlilikler azaldı, boşanmalar arttı. Neden bütün bunlar görülmek istenmiyor? Kim Allah’tan daha iyi bilecek acaba, bütün bunlardaki hüküm ve yasakları?
LÛT KAVMİ ÖRNEĞİ YETMEZ Mİ?
Lût kavminin o kötü ve Allah’ın (cc) yaratışına zıt ahlâksızlığını hepimiz bilmekteyiz. Onlarda ne kadar da yaygınlaşmıştı. Ne acıdır ki bu hayâsızlık toplumlarda hâlâ devam edegelmektedir. Ama o gün onların helaâının asıl sebebiydi. İnkâr edenlerin dünyadaki acı sonu… Ya Ahiret hayatları?
Rabbimiz Neml suresindeki ayetlerde şöyle buyurur:
54- Lût’u da (peygamber olarak kavmine gönderdik). Kavmine şöyle demişti: Göz göre göre hâla o hayâsızlığı yapacak mısınız?
55- (Bu ilâhi ikazdan sonra hâlâ) siz, ille de kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşacak mısınız? Doğrusu siz, beyinsizlikte devam edegelen bir kavimsiniz!
56-Kavminin cevabı sadece; “Lût ailesini memleketinizden çıkarın; baksanıza onlar (bizim yaptıklarımızdan) temiz kalmak isteyen insanlarmış!” demelerinden ibaret oldu.
57- Bunun üzerine onu ve ailesini kurtardık. Yalnız karısı müstesna; onun geride (azaba uğrayanların içinde) kalmasını takdir ettik.
58- Onların üzerlerine öyle bir yağmur indirdik ki… Ne kötü idi uyarılan (fakat aldırmayan)ların yağmuru!
(Tefsirlerde bu yağmur hakkında açıklama yapılırken, üzerlerinde sahiplerinin adları yazılı taşlar yağdırıldığı belirtilmektedir.)
Hud suresinde konunun biraz daha açıldığını ve sonucun daha da açık olarak belirtildiğini görmekteyiz:
77- Elçilerimiz Lût’a gelince, onların yüzünden üzüldü ve onlardan dolayı göğsü daraldı da, “Bu çetin bir gündür” dedi.
(Çünkü melekler genç delikanlılar şeklinde gelmişlerdi. Onları insan sanmış ve kavminin onlara tecavüz etmesinden korkmuştu).
80- (Lût), “Keşke benim size karşı (savunacak) bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim”, dedi.
81- (Melekler), “Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar. Sen gecenin bir kısmında ailenle (yola çıkıp) yürü. Karından başka sizden hiçbiri geri kalmasın. Çünkü onlara gelecek olan (azap), şüphesiz ona da isabet edecektir. Onlara va’dolunan (helâk) zamanı, sabahtır. Sabah yakın değil mi? dediler.
82- Emrimiz gelince, onların üstünü altına getirdik ve üzerlerine (balçık) çamurundan pişirilip istif edilmiş bir çeşit taş yağdırdık.
83- (O taşlar), Rabbin katında işaretlenerek (yağdırılmıştır). Onlar zalimlerden uzak değildir.
(Böylece Lût Kavmi de azgınlıklarının cezasını çekti, hepsi helâk oldu ve memleketleri taş yığını haline geldi. İşte Allah, zalim toplumları böyle cezalandırır.)
Allah’ın, (cc) gazabının neticesinde ülkelerinin üstünü altına çevirerek, üzerlerine pişirilmiş çamurdan taşların yağdırılması, büyük bir ibret sahnesidir.
Her iki kıssada da inananların ayırt edilerek kurtarılması ve inkâr edenlerin hepsinin helak edilmesi dikkatimizi çekmektedir. İnkâr edenler bir peygamberin eşi ya da oğlu bile olsa. Allah hepimize hidayet bahşeylesin…
Ancak bir gerçek var ki; yukarda geçtiği üzere, ibadet ehli insanlar kötülüğe mani olmadıkça onlarla birlikte helak oluyorlar. Rabbimiz bizlere iyiliği emir ve kötülüğü yasaklama konusunda gayret ve başarı versin.
GÖRÜLEBİLEN BİR İBRET: POMPEİ
-“Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler!” (30 Rûm sûresi:9)
Evet, işte ayet-i kerimedeki mânâya uygun bir ibret sahnesi. Kazılar altından çıkarılan Pompei şehri. Günümüzde gidilip görülebilen, ibretle seyredilebilen bir mekân. Özellikle bir mahallesi o derece dehşetli ahlâksızlıklar sergilemektedir ki, İtalyan hükümeti buranın iki tarafına; “Bu sokağa genç kızların ve talebelerin girmesi yasaktır,” levhasını asmıştır.
Evet, ansızın gelen bir felâket… Hiçbir şey yapamayan belki de lâvlardan önce zehirlenen ve lâvla birlikte taşlaşan insanlar. Allah’ın (cc) kudretiyle.
Felaket öylesine ani olmuştu ki, her şey 2000 yıl öncesinde olduğu gibi kaldı. Sanki zaman dondurulmuştu.
Pompei’nin böyle bir felaketle yeryüzünden silinmesinde elbette ders çıkarılabilecek bir yön vardı. Tarihi kayıtlar, şehrin yok olmadan önce tam bir sefahat ve sapkınlık merkezi olduğunu gösteriyor. Şehrin en belirgin özelliği, fuhşun çok yaygın olmasıydı.
Ancak Vezüv’ün lavları bir anda tüm kenti haritadan sildi. Olayın en ilginç yanı ise, kentin günlük yaşantısı içinde, Vezüv’ün korkunç patlamasına rağmen, kimsenin kaçamamış ve adeta büyülenerek felaketin farkına bile varamamış olmasıydı. Yemek yiyen bir aile, o andaki gibi aynen taşlaşmıştı.
Cinsel birleşme halinde, sayısız taşlaşmış çift bulunmuştu.
Daha da önemlisi,bu çiftler arasında aynı cinsten olanlar, küçük erkek ve kız çocuklar da vardı.
Pompei kalıntılarından çıkarılan taşlaşmış insan cesetlerinin bazılarının yüzleri hiç bozulmadan kalmıştı. Genel yüz ifadesi şaşkınlıktı.
İşte facianın en akıl almaz yönü buradadır. Nasıl olmuş da binlerce insan hiçbir şey görmeden ve duymadan, adeta ölümün gelip kendilerini yakalamasını beklemişlerdir?
Olayın bu yönü, Pompei’nin yok oluşunun Kur’an’da anlatılan helak olaylarına benzediğini gösteriyor. Çünkü Kur’an’da helak olayları anlatılırken, “birden yok olma” üzerinde durulur. Örneğin Yasin Sûresi’nde anlatılan “şehir halkı” tek bir anda topluca ölmüşlerdir. Sûrenin 29. ayetinde bu durum şöyle anlatılır:
“-(Onlara); Yalnızca bir tek çığlık (yetti); anında sönüverdiler.” (Yasin Sûresi 29)
Kamer Sûresi’nin 31. Âyetinde Semûd kavminin helâkı anlatılırken de yine “anında yok olma” olayına dikkat çekilir:
“-Çünkü Biz onların üzerine bir tek çığlık gönderdik. Böylece onlar, ağıldaki çalı-çırpı olan kuru ot gibi oluverdiler.” (54 Kamer Sûresi 31)
HAYDİ, NE DURUYORUZ?
İbret ki, nasıl bir ibret? Bunu savunan ve böyle yaşayanlar hiç akletmez mi?
Yanı başımızda ki bir ülke bunun yasakladı.
Müslüman bir ülke olarak bizim idarecilerimiz nasıl göz yumabilir? Sonra Allah’ın gazabından nasıl kurtulabilinir?
Hepimiz mes’ûlüz. Uyaran ve uyarılanlar olarak. Uyarmayan daha çok sorguya çekilecek şüphesiz.
Yarın Rabbimize ne diyeceğiz? Ardımıza nasıl birer nesil bırakacağız?
Karanlığa göz yummakla ışıklar bulunamaz!
Eğer bu hoşgörü ise, bu sınırları kim çiziyor? Böyle şey olur mu?
Sınırları çizen Allah (cc)’dır. Biz O’nun emir ve yasaklarını uygulamakla mes’ûlüz!
Müslüman bir ülke ve Müslüman bir âlem olarak ne olacak halimiz?
“ İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk eder misin (Allah’ım?)” (A’raf 155)
Hemen başlamak gerek en yakınlardan. İşte Allah’ın emri:
“Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar! Sadece Rabbinin büyüklüğünü dile getir. Elbiseni tertemiz tut. Her türlü pislikten uzak dur!” (Müddessir Sûresi 1-5)