Bir insanın kendini bilmesini sağlayan benlik, insan düşünce ve eylemlerinin toplamıdır. İnsanın hakikati, tek başına bir anın, bir fikrin ya da bir halin kendisinden ibaret değildir. İnsanoğlunun yeryüzü serüveni, tüm hallerinin terkibinden müteşekkil olup akıbette, fikri ve ameli planda durduğu nihai yerin, tüm yaşamına vurduğu o kati damgayla tanımlanır. Bu sebepten bir insanın yaşamının her hangi bir döneminde neler yaptığından, başkaları tarafından nasıl bilindiğinden yani konjoktürel kimliğinden maada, son sözünü nerede, ne durumda, nasıl söylediği anlamlıdır.
İnsanın benliğinin teşekkülünde pek çok etken vardır. Ancak ikisi vardır ki bunların benlik üzerindeki tesiri, diğer etkenlere nazaran çok daha fazladır. Sözünü ettiğimiz iki amil; biyolojik ve sosyal kalıtımdır.
Peki determinizm bu işin neresindedir? Özgür irademizi devre dışı bıraktığı iddia edilen kalıtım, çevre, kültür hatta tabiatın kendisi insanı ne kadar belirlemektedir? Bu husustaki en ılımlı paradigmaya göre, determinizmin insan iradesi üzerinde kısmi bir etkisinin olduğu kabul edilmektedir. Genetiğin, içine doğduğumuz sosyal hinterlandın, yetiştiğimiz kültürel havuzun irademiz ve kararlarımız üzerinde, davranışlarımızın şekillenmesinde etkisi olduğu inkar edilemez. İnsanın sahip olduğu psikolojik çatının, onu bütünleyen psişik yapıların, doğuştan tevarüs ettiği niteliklerin ya da sonradan fiziksel ve kültürel çevrenin etkisi ile edindiği bir takım benlik unsurlarının, kimliğin oluşumunda etkileri bulunmaktadır. İtirazımız; saydığımız bu amillerin, benliğin üzerinde külli bir belirleyicilik niteliği taşıdığı savınadır.
Bununla birlikte her insanın içinde doğup büyüdüğü bu zorlayıcı sebepleri, dahili çeldirecileri, harici ayartıcıları bertaraf edip tam bir irade özgürlüğünü elde etme imkanı da vardır. Çünkü insan özgür değilse hiç bir şey değildir. Varlık alemi içinde onu farklı kılan en önemli özelliği, hürriyetidir. Eğer insanı özgür bir varlık olarak kabul etmezsek hayata varoluşsal olarak yüklediğimiz iki asıl, zarar görecektir. Hayatın anlamına dair öne sürdüğümüz iki temel iddia, iki ana sütun sarsılacaktır. Bunlar; hayatın bir imtihan olduğu hakikati ve Allah’ın adaleti ilkesidir.
Bilgi temeli üzerine inşa ederek itikat ettiğimiz bu iki esas, evvela şunu vaz eder: Muhakkak ki her insan imkanları ve şartları çerçevesinde kendisine sunulan seçenekler içerisinde, iyiyi ve rızayı imleyen doğru şıkkı seçme hürriyet ve kudretine sahiptir. Diğer yandan dilerse yanlış olanı da özgür bir şekilde tercih edip fiiliyata dökme istidadını haizdir.
İkincisi, hayatı bir imtihan vetiresi olarak kabul ediyorsak -ki öyledir- insandaki imtihan bilincine halel gelmemesi için irade özgürlüğü hususunda nazari planda herkesin eşitlenmesi elzemdir. Zira her insanın imtihanı kendi öz-elindedir. Her insanın iptilası, görece hususilik taşır. Bu bağlamda tikel olarak her bir bireyin, bütün deterministik etkenlere rağmen hür iradeli varlıklar olduğunu savunuyoruz.
Kuran-ı Azimüşşan Beled suresinin hemen başında, insanın kimliğinin tebellüründe etkili olan bu iki unsura şu şekilde dikkat çeker:
“Sen bu beldedeyken bu beldeye (Mekke’ye), babaya ve ondan meydana gelençocuğa yemin ederim ki biz, insanı bir sıkıntı ve zorluk içinde yarattık.”
İnsanın sıkıntı ve zorluk içinde yaratılmasından kastın, biyolojik ve sosyal kalıtımın insanın benliği üzerindeki olumsuz etkileri olması muhtemeldir. Surenin devamında insana göz, dil, dudak verildiğinin ve iki apaçık yolun, hayır ve şer yolunun kendisine nebiler ve mushaflar aracılığıyla bildirildiğinin altı çizilir. Yani kalıtımı ve çevreyi, benliğin oluşmasında deterministik etkenler olarak kabul etsek bile bu çarkın kırılmasına dair beşeri imkanın ve İlahi ihsanın insana bahşedildiği vurgulanır.
İnsanın ontolojik hüviyeti, bildikleri ve ettiklerinin mezurasıyla ölçülür. Bilgi bilince evrilmeden özgürleşmek, mümkün değildir. Bu iki aksiyom ve aksiyon alanı, insanın istencine açıldıktan sonra onun özgürlüğünü sınırsızlandırarak adeta ilahlaştıran hümanist düşünceye, ötelerden müthiş bir uyarı gelir:
“İnsanoğlu, kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?“
Baki selam…