Ülkemizin güneyini sarsan Kahramanmaraş merkezli ikiz depremlerin üzerinden üç hafta geçti. Bu arada Hatay Defne ve Samandağı ilçelerinde yeni depremler oldu. Zaten can kayıplarımız 43 bin civarındayken, son depremlerde de, insanlarımızın tüm uyarılara rağmen hasarlı binalara girip eşya çıkarmaya çalışırken enkaz altında kalarak can verdiklerini öğrendik.
Enkaz altında kalanlar için canlı çıkarılma ihtimalleri azalırken, peş peşe mucizelerin yaşanması hepimizi mutlu etmişti. Bir kişinin bile canlı çıkarılması bizi sanki tüm insanlık kurtuluyormuşçasına sevindirmişti. Ama maalesef mucizelerin de sonuna geldik galiba.
Zaten ilk depremlerde verdiğimiz kayıplar yetmiyormuş gibi son depremlerde de 6 insanımızı kaybedip 18’i ağır 294 kişinin yaralanması bizleri ziyadesiyle üzdü. Hayatını kaybedenlere rahmet, yaralılarımıza acil şifa temenni ediyorum.
Biz de buradan görevimizi yapalım ve deprem bölgelerindeki kardeşlerimize hasarlı binalara girmemeleri gerektiğini yeniden hatırlatalım. Unutmayalım ki hiçbir eşya hayatınızdan daha önemli değil. Evet, farkındayız mal canın yongasıdır ve insan canını kurtardıktan sonra gözü malını arıyor.
Ama ne olur biraz sabredin. Devletimiz yıkılanı yeniden yapacağı gibi enkazda kalan, kullanılmaz hâle gelen eşyalarınızı da karşılayacak. Sadece biraz sabır.
Dedik ya, büyük bir felaket yaşadık, yaşıyoruz. Yaşadığımız deprem boşuna “yüzyılın felaketi” olarak adlandırılmıyor. Depremlerin büyüklüğü, art arda gelmesi, yüzeye çok yakın olması, nerdeyse iki dakikaya yakın sürmesi ve bu sebeple yıkım gücünün çok büyük olması ve etki alanının genişliği gibi sebepler nedeniyle, böyle bir yıkımın altından herhangi bir devletin tek başına kalkması çok zor olabilir.
Bu nedenle de daha depremin ilk anlarında AFAD tarafından Afet Müdahale Planına istinaden 4. seviye alarm ilanı yapılmış ve uluslararası yardımların kabul edileceği bildirilmişti. Bunun ne kadar isabetli bir karar olduğu da gün ağarır ağarmaz anlaşılmıştı zaten.
Geçtiğimiz hafta depremler nedeniyle ülkemize yapılan yardımlardan bahsetmiş, gerek arama-kurtarma ekibi gönderen gerekse de ayni veya nakdi yardım yaparak bu zor günümüzde bize destek veren tüm devlet ve kuruluşlara minnetimizi ifade etmiştik.
Bu konudaki tavrımızda bir değişiklik yok. Amma kulağımıza gelen ve de medyaya yansıyan bir haber, devletimizin deprem yardımlarının vaktinde ve kesintisiz ulaştırılması için sağladığı istisnalardan istifade eden bazı ülkelerin deprem fırsatçılığı yapmış olabileceğine dair dedikoduların ortaya çıkmasına yol açtı.
Hepinizin tahmin ettiği gibi, İsrail arama-kurtarma ekibi ZAKA’nın, tahrip olan Antakya Sinagogu’nda inceleme yaparken Antakya Yahudi cemaatine mensup biri tarafından, korunması için kendilerine teslim edilen ve 2700 yıllık olduğu ileri sürülen antik Ester Parşömeni’ni (Megilat Ester) Türk yetkililere haber vermeden İsrail’e götürmesi ve ardından da İstanbul Yahudi Cemaatine teslim edildiğinin açıklanmasından bahsediyorum.
Ben de konuyu, İsrail gazetesi Ynet’in 16 Şubat tarihli haberinden öğrendim. Ertesi gün ise, aynı zamanda Müslüman Ülkelerdeki Hahamlar Birliği Başkanı olan İstanbul Yahudi cemaatinin Aşkenaz hahamı olan Haham Mendy Citrik bir paylaşım yaparak, bahse konu Ester Parşömeni’ni ZAKA yetkilisinden teslim aldığını ve Antakya Sinagogu onarılana kadar İstanbul’da muhafaza edeceklerini açıkladı.
Konuyla ilgili sosyal medyada tepkilerin yükselmesi üzerine Yahudi cemaatinin yayın organlarından olan Avlaremoz, 19 Şubat’ta süreci anlatan bir haber yayımladı. Bu haberde bahse konu Ester Parşömeni’nin Antakya cemaatinden birine ait olduğu, bu kişinin ZAKA timini görünce parşömenin yanlış ellere geçmemesi için onlara verdiğini ve zaten parşömenin hemen İstanbul Yahudi cemaatine iletildiğini yazdı.
Bu haberde dikkatimi çeken şey ve cevap bulamadığım asıl soru ise, tahrip olan Antakya Sinagogu’nda bulunan Sefer Tora yazmalarının Adana Sinagogu’na gönderilmiş olmasına rağmen neden Ester Parşömeni için aynı yolun izlenmediğidir.
Ayrıca Yahudi cemaatine ait olsa bile bu eser Türkiye’nin kültür varlığı değil midir? Depremde herkes can derdindeyken ve canlarımızı kurtarmaya gelmiş yardım ekipleri için herhangi bir gümrük kontrolü yapılmıyorken, neden bu eser hem de hiçbir yetkiliye dahi haber verilmeden Türkiye’den çıkarılıp İsrail’e götürülmüştür?
Öyle ya, pekâlâ bu parşömen de diğer Sefer Tora yazmaları gibi Adana’ya veya İstanbul’a gönderilebilirdi değil mi?
Şimdi gelelim işin diğer boyutuna. Evet, İstanbul Yahudi cemaati hahamı Ester Parşömeni’nin kendilerine iletildiğini görselleriyle paylaştı. Ama ne malum bunun orijinal eser olduğu?
Tam da iki ülke arasında normalleşme adımları atılmışken, güvensizlik yaratacak böyle bir şeye gerek var mıydı?
Bir de olaya şöyle bakalım. Misal, Türkiye’den yardım ekipleri İsrail’e gitmiş olsa ve orada bulunan Müslümanlara ait bir eseri, İsrail yetkililerine bildirmeden Türkiye’ye getirse İsrail’in tepkisi ne olur?
Bunu tamamen empati yapılması için soruyorum. Yoksa bizim insanımızın böyle bir şeye tenezzül etmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Türkiye bir şey isteyecekse, bunu usulüne uygun yapar. Öyle gizli saklı, kaçak köçek işler çevirmez. Bunu da herkes bilir.
Sanırım acılarımızdan istifade edilmesine ve deprem fırsatçılığı yapılmasına kızmakta da haklıyız.