Türkiye’de Çözüm Süreci ve demokratikleşme… Kürt sorunu bu iki farklı alan üzerinden değerlendiriliyor, ama yine de bu ikisinin iç içe geçmiş kavramlar olduğu unutuluyor. Ve yapılan tüm değerlendirmelerde bu ikisi ne yazık ki aynıymış gibi anlatılıyor.
“Demokratikleşme sorunu”, 2002 yılından bu yana bünyesinde Kürt sorununu, dindarların önündeki engelleri, azınlıklar ile Alevilerin haklarını barındıran geniş bir yelpazeyi temsil ediyor. Kürtler açısından demokratikleşme demek; hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, kimliğin tanınması, yetki paylaşımının sağlanması ve yeni bir Anayasa’nın hazırlanmasıdır.
“Çözüm Süreci” ise, 2012 yılından itibaren hız kazanan ve PKK’nın elindeki silahların bırakılmasının amaçlandığı bir süreci ifade ediyor.
Burada bu iki olayın iç içe geçmesinin nedeni, bir nevi, PKK’nın elindeki silahları bırakmak için talep ettiği adımların büyük bir kısmının, aslında demokratikleşme denilen şeyle de bir anlamda iç içe geçmesidir. Bu yüzden PKK’nın silahları bırakması, demokratikleşme meselesi haline gelmiştir.
Öyle ki, kültürel haklar, temsilde adaletin sağlanması, egemenlik; yani statü meselesi ve Anayasa’daki değişiklikler, artık demokratikleşme isteklerinin bizatihi merkezinde yer alıyor ve bunlar silahların bırakılmasında şartlar olarak masaya konuluyor. Zaten PKK’nın en büyük hatası da işte tam da burada karşımız çıkıyor. Bu taleplerin tartışılması eğer ki silahlar susturulmamışsa zordur ve konu toplumda tartışılsa dahi yeterli güven oluşturamayacağı için bunalıma yol açar.
“Varlık” sorunundan bugün artık “eşitlik” sorununa evrilen Kürt meselesi, barış ve bereket medeniyetinin kurulmasında en büyük handikap. Bu engel ortadan kaldırılmadan, bu coğrafyada barış ve bereket medeniyetinin inşası çok zor. Bu bakımdan sorunun çözümü, barış ve bereketi ekiminde rol alacak bir sivil toplum, ne bir örgütün ne de devletin sivil toplumu olmalıdır. Tıpkı Diyarbakır’da iki gündür “Ortadoğu’da Kürtler ve Barış Sempozyumu”nu düzenleyen İHH İnsani Yardım Vakfı gibi sivil kalmalı, kalabilmeli, sivilliğini ön plana çıkarmalı, çıkarabilmelidir.
“Eşitliğin” sağlanabilmesi için aslında devletin de PKK’nın önünde denenmiş yollar vardır ve bunların terk edilmesi gerekmektedir. Öyle ki, hak ve hürriyetlerin baskı altına alınması, kimliğin ve egemenlik paylaşımın reddi, artık güç kullanarak ya da manevra alanını daraltarak yok edemezsiniz.
Ya da bölgesel hegemonya kurarak belli düşünceleri baskı yoluyla yok edeceğini sananların, artık bunun mümkün olmadığını anlamaları gerekiyor. Bu bakımdan “Kürt siyasal hareketi” tanımının kendisi bile sıkıntılıdır, baskıyı ifade eden bir cümledir.
Bugün Çözüm Süreci ve demokratikleşmenin sağlıklı yürüyebilmesi için Anayasa’da “değiştirilemez” olan maddelerin değiştirilmesi, giriş kısmının onarılması, ana dilde eğitimle engelin kaldırılması, Anayasal vatandaşlık, siyasal alanda temsil ve yerel yönetimlerle ilgili düzenlemelerin; yani idari düzenlemelerin acilen yapılması gerekiyor.
Sürecin sağlıklı işleyebilmesi için PKK’nın öncelikle silahı bırakması ve demokratik alanda mücadele etmeye başlaması gerekiyor. Hegemonik dil ve davranışı terk etmesi, sekülerleşmeyi bir dayatma olarak sunmaması, Kürt toplumuyla barışması, özgürlüklerin önünü açması ve tekçi davranmaktan acilen vazgeçerek bölgeyi normalleştirmesi gerekiyor.
Gezdiğim illerde devletin geçmişte yaptığı o baskıların bir benzerinin PKK tarafından yapıldığı, bizatihi HDP’ye oy veren insanlar tarafından anlatılageliyor. PKK, bugün bölgede normalleşmeyi ve sivilleşmeyi kendi seçmeninin bir isteği olarak dikkate almalı ve politikasını değiştirmelidir. Bu politika değişir ve topluma güven verirse o zaman hem demokratikleşme hem de Çözüm Süreci çok hızlı ilerleyebilir, tıkandığı yerlerde ise en azında daha fazla insan, sesini çıkarabilir.