Türkiye’de Anayasa yapım süreçleri hatırlanacak olursa şu ana kadar maalesef hiçbir girişimde toplumsal uzlaşma aranmadığı ve metinler üzerinde yeterince tartışılmadığı görülür. Bilindiği üzere, 1960 Anayasası, halkın seçtiği meşru iktidarı deviren askeri darbenin ülkenin başbakanını ve bakanlarını asan bir zihniyetteki dar bir kesimin dayattığı seçkinci/elitist ve halkı yok sayan, militarist bir Anayasaydı.

1982 Anayasası referandumunda ise, hayır oyu kullanmak isteyenler için propagandaya imkân verilmediği ve fiilî bir yasağın sürdürüldüğünü çoğumuz hatırlarız. O dönemlerde, seçmenlerin bir kısmının, lehine oy verdikleri Anayasa kitapçığını yıllar sonra gördüğünü, büyük bir kısmının ise hiç bir zaman görme ihtiyacı hissetmediğini yakinen biliriz. Ama artık bugün 35 yıl sonra, toplumun hassasiyetleri ve bilinç seviyesi düne göre çok farklı…

Bugünlerde anayasa görüşmeleri yeniden ülke gündeminde… Tam yüzyıldır ilk kez sivil anayasa hazırlama eşiğindeki Türkiye, bu tarihî fırsatı iç çekişmelerle ve birilerinin keyfi “pasif direniş”leriyle ıskalamamalı. Ciddi bir sosyolojik taban araştırması yapılarak ve yeterli hukuki teknik destek alınarak kucaklayıcı ve özgürlükçü bir anayasa, toplumun “iştahı kaçmadan” bir an önce ortaya konulmalıdır.

Türkiye üç cephede savaşırken, herkesi kucaklayacak, toplumun huzur ve barışını amaçlayacak bir uzlaşmaarayışının, bu Yeni Anayasa sürecinde gerçekçi bir zorunluluk olduğunun farkında olmalıyız. Herkesin dinlenilmesi, taleplerinin anayasada birebir yer alması anlamına da gelmeyecektir; ancak bu talepler, kısmen de olsa karşılanarak gerekçeleriyle topluma anlatılabilirse daha büyük bir destek ve devamlılık sağlanabilecektir.

Seçmenin tercih ve talepleri iyice öğrenilmeli; ihanete ve “şiddete bulaşmamış” bütün toplum kesimlerinin talep ve iddiaları bu süreçte bir şekilde dinlenilmelidir. Şiddete başvuranların, eline kan bulaşanların, millete ihanet edenlerin ve gücünü zorbalıktan alanların sözleri, bu süreçte herkesin sözünden daha değersiz karşılanmalıdır. Bu tarihî fırsatın “bir açmaz”a dönüştürülmemesi için bütün toplum kesimleri fedakârlıkta bulunmalıdır. Dayatmacılar ve toplumla inatlaşanlar, Türkiye’nin geleceğinden çalacaklarını bilmelidirler.

Önümüzdeki, Yeni Anayasa’nın ihdasına kadarki süreçte, bu anayasanın “temel esasları” kamuoyu ile paylaşılarak tartışmaya açılırken bu değerli şansın sabote edilmesine izin verilmemelidir. Bu çerçevede uzlaşmanın muhtemel taraflarının ortak payda ve çıkarlar ile ülkenin geleceğini hesaba katarak gerçekten samimi olmaları şarttır.

Seçimlerde ortaya çıkan oy dağılımlarına göre, %70’in üzerindeki demokrat, dindar, muhafazakâr ve milliyetçi taban taleplerinin artık bu sefer ıskalanmaması gerekir. İçi boşaltılmış, uygulaması tamamen farklı ve göstermelik kavramlarla değil, içeriği bilinen ve topluma olumlu şekilde yansıyacak kavramlar üzerinde kafa yorulmalıdır. Bunun yanında, nereden geldiğinde bakılmaksızın, makul bütün talepler için bu sosyal sözleşme metninde bir yer bulunmalıdır.

Yeni ihdas edilmesi planlanan anayasanın marksist veya milliyetçi temelde olmayacağı gün gibi ortada. Zaten böyle bir tartışma gündemde de yok. Henüz kısmen taslak metinleri ve üzerinde uzlaşılan 48 maddesi bilinen Anayasa’nın ibresinin 1982 Anayasası gibi liberal temellere döndüğünün sinyalleri alınıyor. Liberallerin özellikle temel hak ve özgürlükler konusunda geliştirdikleri modelden yararlanılmasının faydalı olacağını ancak belirli kayıtlarla söyleyebiliriz. Şahsen, pür-liberal bir anayasanın dindar, milliyetçi, muhafazakâr, sol ve marksist gruplar nezdinde kabul görmeyeceği düşüncesindeyim. Örneğin, bu grupların hiçbirisinin, homoseksüellik, kürtaj, aile, üretim, vergi veya dış politika gibi daha detaya inen konularda liberallerle, anayasal soyut ilkelerde bile olsa aynı görüşleri paylaşmayacaklardır.

Çoğunluğun talepleri ve anlayışı dikkate alınırken, homoseksüellik, kürtaj, cinselliğin kışkırtılarak özendirilmesine yaklaşım vs. gibi birçok konuda Liberaller ile diğerlerinin aynı fikirde olmadığını ve liberalizmin sadece düşünce özgürlüğü ve serbest piyasadan ibaret olmadığını da hatırlamak gerek. Marksistlerin sınıflı toplum anlayışının yeni anayasaya temel alınması nasıl mümkün değilse, Liberal kalıpta sunulan formların da ciddi şekilde süzgeçten geçirilmesi gereklidir.

Bu halde, toplum ortalamasını seçen ve büyük bir kesimi memnun etmese bile en azından rahatsız etmeyecek bir anayasa üzerinde buluşmanın yolları aranmalı ve meşruiyet zemininin tartışılmasının da yolları kapanmalıdır. Çünkü, bir süre sonra, ilk fırsatta anayasanın meşruiyetini tartışmak, ülkemizin öteden beri bilinen kötü adetlerindendir.

Diğer yandan, yerli ve milli olma iddiasının yere sağlam basması, ülkenin hukukunun temelini oluşturacak Anayasasının, evrenseli tanıyan, ama içeriğiyle gerçekten yerli ve milli olmasıyla, yani bir anlamda orjinal de olmasıyla anlam kazanır. Bunun anlamı, dışlayıcı değil, kapsayan, kucaklayan, kaynaştıran bir zemini herkes için kurmaktır.  

Yeni Anayasa, insan olma ortak paydası ve insanın sosyal, maddî ve manevî ihtiyaçlarını dikkate alarak oluşturulması gereken ve herkesin kendisinden bir şeyler bulabileceği, detaya boğulmayan ancak ortak bir ilkesel zemini oluşturmayı hedeflemelidir. Bununla birlikte, anayasa metninin temel bir yaklaşım olarak içeriğindekibütün madde ve lafızlarının üzerinde,daha büyük bir anlam ve öze sahip ve ayrıca kendini oluşturan bileşenlerden daha büyükbir değer taşıma zarureti vardır…