Diyanet İşleri Başkanı sayın Mehmet Görmez, geçtiğimiz günlerde İran’da düzenlenen vahdet konferansı münasebetiyle Tahran’a bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaretinde kendisinin de “çığlık” adını verdiği oldukça veciz ve derin bir konuşma yaptı. Öncelikle bu konuşmadan bir kaç cümle aktarmak istiyorum:

“Şii olsun Sünni olsun ama hepsi bir arada tek ümmet olsun.”

“Geliniz küfrün karşısında tek ses, hainin karşısında tek yürek, zalimin karşısında tek bilek olalım.”

“Mezhebimizin ve ideolojimizin değil, İslam’ın tevhit anlayışının yayılmasını esas alalım.”

Zillet içindeki Müslümanların ayağa düşen izzetlerini yeniden tutup kaldırması için ümmetin mehdi bekler gibi yolunu gözlediği bir milletiz.Tarihin bize hamlettiği sorumluluk ne yazık ki omuzlarımızın mecalinden daha büyük. İçerde,derinlerde Türk toplum sosyolojisinin en kırılgan kuşağı olarak karşımızda duran Alevilik-Sünnilik fay hattı var. Zahirde ise Kürtlerin bir kısmını temsil eden ve özerklik, kanton yönetimi hatta ayrı devlet kurmaktan bahseden bir siyasal yapı var. Kürtlerin bu taşeron siyasetçiler tarafından kısmen temsil edildiğinivurguluyorum;zira belli şehirlerde kahir ekseriyetle seçim kazanmış olsalar da yıllarca ümmet ekseninde bir araya gelen “amcaoğulları”mızı sonradan görme Kürt milliyetçiliğine kaptırdığımızı düşünmek istemiyorum.

Kendi iç coğrafyasında durum böyleyken ümmet sath-ı mahallinde durum daha vahim bir görüntü arz ediyor. Yükselen mezhepçilik virüsü zihinlerimizdeki ümmetçilik fikrini erozyona uğratıyor.Bir yandanŞiiler ve Sünniler, diğer yandan Vahhabiler ve Selefiler coğrafyamızın kan gölüne dönüşmesinde başı çekiyor.

Neden bu haldeyiz?Bu bir akıl mı akılsızlık mı? Akılsa hangi akıldır, mümini mümine kırdıran?

Kuran’ın yapısında ve hedefleri arasında çoğulcu bir içerik olduğu malum. Bu hedef farklılıklar içerisinde ötekileştirmeden, hakikat tekelciliği yapmadan, kendini alemlerin Rabbi yerine koyup da onun adına onun evinden kimseyi kovmaya kalkmadan hoşgörü içerisinde yaşamaktır. Tüm kelami analojilere, fıkhi hükümlere rağmen insanlar hakkında nihai kararı verecek olan mülkün sahibidir. Ancak tarih, bu konuda pek de başarılı olamadığımız gerçeğini yüzümüze vuruyor. Rum suresinde “lisanlarımızın ve renklerimizin farklı olması” Allah’ın ayetlerinden bir ayet olarak zikredilirken biz bu farklılıkları aynileştirmeye kalkışarak yok etmek istiyoruz.

Hucurat suresinde insanların bir erkek ile bir dişiden yaratıldığı belirtildikten sonra birbirimizle tanışıp kaynaşmamız için ırklara ve boylara ayrıldığımızdan bahsedilmektedir. Oysa İslam adına hareket ettiğini söyleyen kimi yapılar, kendisi gibi olmayanı ya yok etmeye çalışmakta ya da kendine benzemeye zorlamaktadır.

Nisa 136’da “Ey İman edenler, iman edin” der. İhtiyacımız olan şey yeniden Müslüman olmaktır, belki de. Vahiy ilk kez nazil oluyormuş gibi Hira’ya çıkıp ilk emirden itibaren yeniden almak hikmeti, ayet ayet. Öyle ki bu sefer bizi yaşlandıran/çarpan ayet kalplerimizde şöylece yankılansın:

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanıp bölünmeyin!”