Malum olduğu üzere MİT kriziyle başlayan ve 17-25 Aralık, 15 Temmuz darbe girişimlerinin üzerinden bir hayli zaman geçti. Aslında darbe girişimlerinin alt yapısının uzun zamandır atıldığı ise her geçen gün daha aşikâr olmaya başladı. Meğer camia; hizmeti, hoşgörüyü, mülayimliği çoktan bırakmış da cevval bir darbe heveslisi olmuş. Biz Müslümanlar ise dünyanın dört bir yanında ülkemizi tanıtıyorlar, kimsesizlerin kimsesi oluyorlar, eğitim faaliyetlerinde bulunuyorlar vb. gerekçelerle göz önünde olan çarpık zihniyet yapısına, sakat İslam anlayışına saf saf göz yummuşuz yılarca.
Yıllardır gazetelerinin çok satmasından kendimize pay çıkardık. STV’deki maneviyat hırsızı dizileri içimize sinmese de aklamaya çalıştık bir şekilde. Camiaya ait devasa şirketlerle gurur duyduk. Onlar bizim giremediğimiz kamu kurumlarına girip kilit noktalara geldikçe kendimiz oralara yerleşmiş gibi sevindik. Dershanelerine, kolejlerine on binlerce öğrenci toplamalarını gıptayla izledik, hatta destekledik çeşitli şekillerde. O öğrenciler üzerinde laboratuvar çalışmaları yaptıklarını, onları birer kurşun asker olarak yetiştirdiklerini görmezden gelerek…
Bulundukları ortamlarda kendileri dışında hiçbir cemaate, kendilerine mensup olmayan bir Müslüman’a yaşam hakkı vermemelerini görmezden geldik. Kendileri dışında dost bildikleri bir İslami oluşum, bir kitle, bir dernek, bir vakıf olmadığını yaşayarak öğrenmemize rağmen saf saf mazeretler bularak kendimizi kandırdık.
28 Şubat’ta takındıkları tavır, başörtüsü zulmü karşısında duruşları bile kendimize getiremedi biz Müslümanları.
Yerleştikleri kamu kurumlarında ilk iş olarak oradaki İslami hassasiyet sahibi kendilerinden olmayan insanları tasfiye etmeleri, bulundukları hiçbir kamu kurumuna kendileri dışında bir gruba mensup Müslüman’ı sokmamaları bile gerçek yüzlerini görmemizi sağlayamadı.
Ümmet-i Muhammed olmadan ümmete hizmet; İslamiyet olmadan, gayri İslami yöntemlerle İslam’a hizmet ettiklerine inandırdılar bizi.
Hem hırsız hem arsız olanlar, belli bir noktadan sonra kendilerinin hırsızlık ve arsızlıklarını fark edip hırsızlık ve arsızlıklarına ‘’DUR!’’ diyenleri hırsızlıkla suçladılar, darbeler yapmaya kalktılar!.. Neyse ki bu defa karşılarında kafası kendilerininkinden daha çok çalışan, halka ve Hakk’a kendilerinden daha yakın olan, kendilerine bakıldığı gibi şüpheyle bakılmayan bir lider, sağlam bir irade vardı da önce hükûmet, sonra ülke, sonra Müslümanlar bir felaketten kurtuldu.
Tamam, Müslümanlar bu camianın önde gelenlerinin ve kurşun askerlerinin gerçek yüzünü gördü; hükûmet darbeden kurtuldu. Ama darbeden kurtulamayan, darbeyi tam belinin ortasından yiyen bir şey var!O darbenin verdiği hasarın giderilmesi uzun yıllar alacak. Bu darbeyi yiyen ne mi? SAMİMİYET ve GÜVEN…Bu camianın yaptıkları, darbeyi asıl bizim maneviyatımıza vurdu. Saflığımıza vurdu… Samimiyetimize vurdu… Birbirimize duyduğumuz şüphesiz güvenimize vurdu… Biz bir daha ne zaman eskisi gibi birbirimizin samimiyetine inanıp birbirimize güveneceğiz? Hükûmet, kendine ve millete yapılan darbeyi önledi de maneviyatımıza yapılan bu darbe ne olacak?
İşte, asıl sorun budur!..