Gündem biraz kaydı. Kaynadı. Neden? Sebebini bulmak ya da anlamak zor değil. Böyle istendi. Kim istedi? Durup dururken mi böyle oldu?

Bir yığın soru sorabiliriz. Bir o kadar da cevap…

Peki, bu böyle oldu diye soru sormaktan ve cevap aramaktan vaz mı geçeceğiz?

Bize çok soru sordurmak ve çok cevapla meşgul olmamız için bir yığın marş motoru çalışıyor. Gündem sıkıntımız yok. Elhamdülillah. Öyle ki bu konuda sıkıntı çekenlere bağışlayabilecek kadar çok başlık bile üretebiliriz.

Her neyse…

Geçen yazılardan birinde ‘kurmay aklı’ndan söz etmiştik; asan, kesen, hizaya sokan, eleştiren, güya koruyan…

Öylelerinden biri dedi ki: “Rusya’ya bu kadar niye güveniyoruz? Ne işimiz olabilir ki!”

Eğer Kanuni Sultan Süleyman yaşıyor olsa idi boynunu vurdururdu!…

Sen askerliğini yapacaksın, iyi asker olmaya çalışacaksın! Senin işin değil bunu sorgulamak…

Çünkü bir gün Rusya hasmın olabilir. Böyle olduğunda sen Rusya ile savaşacak mısın, savaşmayacak mısın ona bak. Ve harp oyunlarını ona göre ayarla. Siyasetin Rusya ile ilişkisi senin boyunu aşan bir mesele…

Sen politikacı mısın?

İşini yapmayan adamın herhangi bir ‘iş’te nasıl ki işi yoksa…

Hatta olmaması gerekiyorsa, askerliğini yapmayan birinin de askerlik mesleğini icra etmemesi gerekiyor. Yani bir karar vermeli; askerlik mi, siyaset mi?…

Asker aklı nedir? “Bana düşman göster canına okuyayım” değil midir? Ona göre eğitim almaz mı? Onca tatbikat bunun için değil midir?

Dün Cerablus, bugün Afrin…

Daha önceki yıllarda başka cepheler; hep bu aklın arazideki pratikleri oldu. Oluyor.

Şöyle bir soru akla gelebilir:

“Efendim her şey normalleşti. Asker artık diplomatik alana da girebilir. Ne var ki bunda?”

Giremez!

Girerse “silahlı diplomat” tanımı bunlar için uygun düşer.

Sivilin alanına girmek, siyasetin alanına girerek pozisyon almak meselesini çözmemiz gerekiyor.

Afrin veya Kıbrıs politikamızın ne olacağına dair proje geliştirme vazifesi askere düşmez. Askerin bu konudaki yaklaşımı sözü edilen konu gündeme gelinceye kadar harp oyununu geliştirmek ve günü geldiğinde araziye çıkarak başarılı olmak…

Çünkü siyaset…

Gerekirse diplomatik ilişkiler kurar. Sonra bu ilişkileri bozar. Büyükelçisini çeker. Sonra bir daha atar. Nota verir. Kardeş olur. Ticaret yapar. Sonra bozar. Ekonomik anlaşmaları iptal eder, ambargo uygular…

İşte can alıcı soruyu soruyoruz: Ekran ekran gezip siyasetin Afrin veya Kıbrıs politikasını eleştiren kurmay aklının bugüne kadar Avrupa Birliği -dolayısıyla Almanya- ile ilgili bir cephe çalışması veya bir harp oyunu oynadığını duyduk mu?

Eğer böyle stratejik planları var ise, peşinen özrümüzün kabulünü rica edeceğiz…

Bir şey daha…

“Denk düşme” diye bir kavram vardır. Şöyle: “Ben büyük bir devletim ve Büyük veya Küçük Şeytan’la denk düşüyorum.”

Bu akılda da bir sorun vardır ve sorgulanmalıdır.

Bu ‘akıl’lılar ve avaneleri yıllar önce en büyük düşman koltuğuna Suriye’ye oturtmuşlardı; hatırlarsınız.

Şimdi diyorlar ki, “Esed’le doğrudan görüşmeliyiz!”

Peki görüştükten sonra ne olacak?

“Hele bir görüş de… Gerisine sonra bakarız!”

Yani sen önce bir tuzağa düş sonra bu tuzağı bozmak için hal çaresine bakarız demeye getiriyorlar.

Ey akılsız… Esed, güçlü olsa idi Afrin’den PKK’yı çıkarırdı. Münbiç’i Büyük Şeytan’a peşkeş çekmez idi. Kaderini Küçük Şeytan’ın ellerine teslim etmez idi.

Görüştükten sonra Suriye bize ülkesinde askeri üs mü kurduracak? Hava sahasının kontrolünü Küçük Şeytan’dan alıp bize mi verecek?

Çok pis oynuyorlar!

Öyle pis oynuyorlar ki…

Pes etmemiz için satranç masasının üzerindeki bütün hamleleri arka arkaya denemekten geri durmuyorlar.

Denesinler bakalım…