Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkenin başında olmadığı zamanları yaşadım, bakın gördüm demiyorum, yaşadım diyorum. Bu iki tabir arasında bir hayat kadar fark var. Ben İHL’de okuyordum ve o dönem milletine düşman devletin hedefine koyduğu ilk kesim bizlerdik. Başarılı bir öğrenci değildim, başarılı bir Müslüman olduğum da söylenemezdi belki ama devletin gözünde Müslüman bir öğrenciydim ve potansiyel bir tehlikeydim, hayatımın karartılması gerekiyordu, ileride iyi bir işim olabilmesi için ihtiyaç duyacağım o kalifiye diplomaya sahip olamamam için üniversiteye girişim zorlaştırıldı hatta benim için bu neredeyse imkânsız hale getirildi. Daha önce üniversitelere girmiş olanlarımız vardı, onlar da çok tehlikelilerdi, derhal tedbir alındı ve tespit edilenler sudan sebeplerle okullarından atıldılar. Okullarını bitirip memur olmuş olanlar vardı, onların çoğu da irticacı olduklarına dair iki şahit bulunup işlerinden atıldılar.
Kötü durumda olan yalnızca biz değildik, hatta bazılarına göre şanslı bile sayılırdık. Mizah malzemesi yapılan ekonomik krizler yüzünden ailesine bakamadığı için intihar edenlerden değildik mesela ya da PKK’nın insafına bırakılan ama arada bir de asker üniformalı psikopatların eziyet ettiği, gözaltına alınan babalarından, çocuklarından, kardeşlerinden bir daha haber alamayan Anadolu köylülerinden de değildik. Sık sık gelen “PKK yine karakol bastı otuz şehit var kırk şehit var” haberlerinde de ismimiz geçmedi. Zor günlerdi, insandık ve haklarımız ayaklar altındaydı ama çok usta gazetecilerimiz pastanelerin mutfaklarında hamam böceği kovalıyor, galoş takmayan aşçıların dünyalarını başlarına yıkıyor, namaz kılmak için kutuplara falan gidiyorlardı, tabi geri kalan tüm zamanlarını da laikliği koruyarak ve laikliği korumaktan başka hiçbir şey yapmayan kudretli generallere methiyeler dizerek geçiriyorlardı. Siyasetçilerimiz bu oligarşik sistemin günah keçileriydiler.
Kudretli atanmışlar perde arkasından emir verir, siyasetçiler emri uygular, millet de atanmışlar yerine siyasetçilerden nefret eder ve ilk seçimde başkasına oy verip o siyasetçileri cezalandırarak rahatlardı. Böylece hem gayrımilli düzenlemeler hayata geçirilmiş olur hem de atanmışların saltanatları tehlikeye düşmezdi. O zamanlar ‘sanatçı muhalif olur’ diye bir şiar yoktu, sanatçılarımız çok severlerdi devletlerini. En ufak bir muhalif ses çıkarana bile çatal bıçak fırlatacak kadar devlet aşkıyla dolulardı. Bir de halk tarafından azgın azınlık diye adlandırılmış, devletin millete yaptığı her eziyete neredeyse oley diye tempo tutan, solcu olduklarını iddia eden ama her nasılsa hiç çalışmadıkları halde büyük çoğunluğu zengin olan bir kitle vardı. En büyük zevkleri halkı aşağılamak olan ve şimdilerde o günlerin özlemiyle yanıp tutuşan, bu uğurda bir milliyetçi bir PKK’lı bir ABD’ci bir İrancı olan kitle.
Bugün, ülkemizi Tayyip Erdoğan’dan önceki o günlere tekrar döndürmenin planlarını yapanlarla bir daha o günlere dönülmesinin önünü kapatmaya çalışanlar yine karşı karşıyalar ve bu sefer geleceğinin kararını sana soruyorlar, iyi düşün.
Selam ve dua ile…