Önceleri ezildik.

Ezildiğimiz dönemde bile izzetimizden taviz vermedik, ajitasyon yapmadık. Siyaseten, sivil tolumda, sermayede yeniden kurduk kendimizi ve önümüze çekilen duvarları patlattık. Dik durduk tarih yazdı bunu. Öylece dimdik. 28 Şubat vardı, öldürdük.

Sonra iktidara ulaştık, çok şey kazandık ama birçok şeyi yitirdik fark etmeden. Yitirdik muhalif damarımızı, kendimizi yeniden üretmemizi sağlayan temel motivasyon olan devrimci damarı.

Zenginleştik.

Zenginleştikçe arttı korkularımız. Kazandıklarımız çoğaldıkça kaybetme korkusundan başka duygu bilmez olduk. ‘Liberal’ kesildik herkesten daha fazla. Bankalar uğrak mekânlarımız oldu her nevi kredi için. Aldık, sattık, yenisini aldık… Oysa bankalar ordulardan daha tehlikeliydi.

Medyamız güçlendi.

Kuvvetlendikçe vicdanı elden bıraktık çoğu zaman. Manşetlerimiz şefkati elden bırakmıştı. Tek elin, tek sesin mümessili olduk.  Müslümanca gazetecilik nasıl yapılır unuttuk. Tetikçilik prim yapar oldu. Allah ne verdiyse vuran kalemşörler…

STK’larımız çoğaldı.

Artık bir tane iki tane değil tüm memleket sathında yüzlerle ifade edilecek kadar çok olduk. Ama ‘yolu birbirini anlamaktan geçmeyen, bu yüzden de hiçbir yere varamayan’ insanlara dönüştük. Nitelikli insan yetiştirme diye bir derdimiz vardı mesela; kaybettik. Bir de önce vakıftık, vakfetmiştik kendimizi, sonra sivil olduk ve de birey…

Siyasete angaje olduk.

Her derdin eczasını Ankara’da bildik. Yıllardır söylediğimiz klişenin ‘her şeyi devletten beklemeyin kardeşim’in karikatürü haline geldik. Kravat takmayı marifet bildik.

Devletçi olduk.

İnsan evine düşman olamazdı bu yüzden devlet bizim devletimizdi ancak devlet kutsal değildi önceleri. Şimdilerde ise makam-ı aliye şeklinde telakki eder hale geldik. Ne ara oldu ne zaman buraya geldik. Ümmetçilikti esas olan önceleri sonra Türk sever, Kürt muhibbi, Arapçı yaklaşımlar peyda oldu.

Dünya ‘dengelerine’ ikna olduk.

Uluslararası mevcut sistemi ‘zaruri’ kabul ettik. ‘Reel diplomatik atmosfer’ efsunladı sanki hepimizi. NATO’nun, BM’nin tarihini ezberledik. Sykes-Picot’un ne anlama geldiği umrumuzda değildi artık.

Üretemez olduk.

Kaliteli, nitelikli fikriler veren gençlerimiz kayboldu birden.  Tefsirler üzerine yaptığımız beyin fırtınaları yerini postmodern filozofların söylencelerine bıraktı. Bu da iyi bir şeydi ama iyi bir şeyler gittikçe eksiliyordu adeta. Dilimiz değişti. Sığınmacı’lı, yaşam’lı, yanıt’lı bir retorik pelesenk oldu dillerimize. Zihinsel konformizm sardı her yanımızı. Uzlaşmacı, ikna edilmeye açık hale geldik.

Ümidimizi yitirdik mi peki, bizi ‘biz’ yapan değerleri? Asla!

Yazacağız. Tarihi nasıl yazdıysak onu da yazacağız.

Allah kerimdir.