Geçtiğimiz hafta İngiltere’de Avrupa Birliğinden ayrılma konusunda yeniden hararetli tartışmalar yaşandı.

Bugünlerde İngiltere, Avrupa Birliği’nden ayrılmayı ve Brexiti ertelemeyi düşünmediklerini kararlı bir şekilde açıklıyor. Lizbon Antlaşması’nın 50 maddesinde üye devletlerin Avrupa Birliği’nden ayrılma süreci düzenlenmişti ve bu hak 1993 yılından bu yana hiçbir ülke tarafından kullanılmamıştı. İngiltere’nin bu çıkışı tan anlamıyla sürpriz oldu.

Mart ayının sonuna kadar İngiltere Avrupa Birliği’nden anlaşmalı veya anlaşma olmaksızın ayrılmış olacak. Bunu ancak şu an için gündemde olmayan yeni bir referandum engelleyebilir veya Parlamentonun alacağı bir karar bu kararı engellenmiş olur. Avrupa Birliğinin geleceği açısından bu gelişmeleri domino taşı etkisi doğurması ihtimali Birlik taraftarlarının korkusu haline geldi.

İngiltere’de toplum ve basın Brexit konusunda tam anlamıyla ikiye bölünmüş durumda. Tartışmalarda ülkenin bölgeleri arasında da konu hakkında derin fikir ayrılıkları olduğu gün yüzüne çıkıyor.  Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin genelinde ise ekonomik krizle birlikte İngiltere’nin Birlik’ten ayrılma kararı en temel tartışma başlıklarından birisini oluşturuyor.

İngiltere’nin Birliğe çok geç bir dönemde büyük zorluklarla başa çıkarak katılması ve en erken terk eden ülkelerden birisi olması Birliğin kuruluşundan bu yana konulan amaçlar üzerinde bir sorgulamayı getirdi.

Her fırsatta söylediğim gibi, Birliğin başta hukuki müktesebat adıyla oluşturduğu yüz binlerce sayfalık birikim ile bunun uygulaması olan yüz binlerce sayfalık İçtihat birikimi ve sosyo-kültürel ve ekonomik alanlarda oluşturduğu birikim, yabana atılır nitelikte değil…

Geçen yüzyılın en başarılı bölgesel birleşme projesi olan Avrupa Birliği’nin bugün bu şekilde sorgulanır hale gelmesi, bütün bir Avrupa coğrafyası bakımından büyük bir hayal kırıklığı ve talihsizlik.

Pekiyi, İngiltere’yi bu denli değerli bir birikimden ve kendi coğrafyasının yanı başında ve kuruluş felsefesine çok da uzak olmayan bir noktada Birlikten ayrılmaya ve tartışmalara iten gerekçeler neler?

Bu konuda iki ayrı tespitimi sizlerle paylaşmak istiyorum: İngiltere 18. ve 19. yüzyılın tartışmasız belirleyici süper gücü olarak Avrupa tarihinde ve hatta bunun da ötesinde dünya tarihinde sınırlar çizip belirleyen, sınırlı güç ve kaynaklarını bir makine gibi katlayarak yükselterek kullanabilen lokomotif ülkelerden birisiydi.  Bir zamanların, “üzerinde güneşin batmadığı İmparatorluk” adıyla bilinen bu devleti, Çin’den Hindistan’a, Mısır’dan Osmanlı Devleti’ne, Afrika içlerinden Balkanlara kadar planlayıcı bir devletti. Diğer yandan, kendi mirasını dolaylı olarak aktardığı Amerika Birleşik Devletleri’nin dil ve kültür anlamında babalığını yapan bir devlet olmuştu.

Bu ülkenin nüfuz mücadeleleri ile bütün dünyaya yeni sınırlar çizme adına ödediği ağır bedel ve savaşları bir yana bırakacak olursak bugün Avrupa Birliği’nden ayrılma iradesinin ortaya konulmasındaki rahatlığın altındaki temel sebeplere ayrıca bakmak gerekiyor.

Bugün İngiltere, daralan nüfuz alanına ve gücüne rağmen kendi rotasını belirlemede oldukça cesur davranıyor.  Bunda, üretim ekonomisine dayalı yüksek bir GSMH ve sterlinin alım gücünün mutlak bir payı var. İyi planlanmış bir devlet stratejisi, sürprizler içermeyen, işleyen bir idari sisteme sahip olmak da ülke yöneticileri ve İngiliz halkı için ayrıca yüksek bir özgüven sağlıyor.

Ekonomik bağımsızlık ve özgüven yanında ülkenin bölünme riskine karşı reflekslerinin olduğu da bir gerçek. İngiltere’nin ayrılık taleplerini yüzyıllardır planlı ve kontrollü şekilde yönettiği dikkate alınırsa, AB’den ayrılma kararının İngiltere’nin bölünme riskine karşı bir tedbir/önlem olarak görüp görmediğine bakmak gerekiyor:

Yaklaşık 700 yıl önce İngiliz hâkimiyetine giren İskoçlar’ın 2014 yılında düzenledikleri bağımsızlık referandumunda “hayır” oyunun yüksek çıkmasına rağmen, İskoçya’daki bağımsızlık arzusu yüksek bir oranda devam ediyor. Avrupa Birliği’ne katılım konusunda %72’lik bir oran ile İskoçyalılar İngiliz halkından farklı düşündüklerini ortaya koydular. Ayrıca 2014’den bu yana bölgedeki gelişmeler oldukça ilginç. O dönem İngiltere’nin Avrupa Birliğinden ayrılması henüz gündemde yokken bu referandumun yapılmasını İskoçlar aldatılmışlık olarak algılıyorlar.

İskoçya’da Sturgeon’un İskoç Ulusal Partisi’nin seçimleri kazanması ve oylarını arttırması, kaçınılmaz olarak bizleri, tartışmanın ana gündeminde İskoçya’nın İngiltere’den bağımsız olarak Avrupa Birliği’nde kalma yönünde girişimlerde bulunacağı sonucuna götürüyor.

Benzer bir durum Kuzey İrlanda için de söz konusu. Geçmişte IRA üzerinden silahlı çatışmaya dönüşen İngiltere’den ayrılma talepleri, İngiltere açısından oldukça kritik bir kararın bu denli güçlü bir irade ile ortaya konulması İrlandalılar tarafında tereddütler uyandırıyor. İrlandalılar’ın “Sinn Fein Partisi” Başkanının, İngiliz seçmenler eliyle Kuzey İrlanda’nın Avrupa Birliği’nden zorla koparıldığını ve demokratik iradelerinin engellendiğini vurgulaması, aradaki görüş farklılığını açıkça ortaya koyuyor.

Bugüne kadar Sterlinin oldukça güçlü bir para birimi olarak dünya çapında itibarını sürdürüyor olmasına rağmen artık Sterlin, bütünüyle Avrupa Birliği dışında bir para birimim olarak eskisi kadar güven telkin etmeyecek. Son 30 yılda görülmeyen bir gelişme olarak sterlinin dolar karşısında %15’lik değer kaybına uğraması bunun ilk emarelerinden.

Güçlü ekonomisine güvenen İngiltere’nin bir yandan ayrılıkçı taleplerle boğuşması, diğer yandan Avrupa Birliği’nde sıkça tartışıldığı gibi güçsüz ülkelerin yükünü taşımak istemedikleri temel eleştirisi tartışmaları “ahde vefa” gibi ahlaki yükümlülüklerin ötesinde reel ekonomi ve politika sahasında tutuyor.

Özetle ifade etmek gerekirse İngiltere’de seçmenin geneline rağmen öteden beri ayrılık talebi olan İskoçya ve Kuzey İrlanda’nın Avrupa Birliği içinde kalma düşüncesi, İngiltere’yi zorlu bir sürecin beklediğine işaret ediyor.