Geldiğimiz noktada her şeyden önce Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da büyük bir endişe hâkim olmaya başladığı gibi ümitsizlik gün geçtikçe artıyor. Çatışmasızlığın sağladığı güven ve huzur ortamı ile Çözüm Süreci’nin başarıya ulaşacağına dair inanç neredeyse tükenmiş durumda. İnsanların çoğu Çözüm Süreci’nin sona erdiğini, savaşın yeniden başladığını, bu kez her şeyin, her zamankinden daha kötü olacağını düşünüyor ve bunu açıkça telaffuz ediyor.
Son seçimlerde HDP’nin aldığı ciddi destekten, bütün Kürtlerin aslında Kürtçülük yaptığı sonucunu çıkarmak, vahim bir hata olur. Ne var ki bazı devlet kurumlarında da bu anlayış devam etmektedir. Son günlerde meydana gelen olaylardan sonra daha belirgin olmakla birlikte özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra bölgede devletin Kürtleri gözden çıkardığını, bütün Kürtlere karşı cephe aldığını düşünenlerin sayısı azımsanmayacak derecededir. Nitekim devlet görevlilerinin bazıları şimdiden, sanki “size iyilik yaramaz, ne yaptıysak olmadı” deme noktasına gelmiştir. Böyle bir yaklaşım ve bu yönde uygulanacak politika, bütün Kürtleri kaybetmek anlamına gelir ki bu felaketten başka bir sonuç doğurmaz.
Bölge insanı devletin her ne olursa olsun Çözüm Süreci’ni devam ettirmesinden yanadır. Bu kapsamda atılması gereken bütün adımları atmasını ve bunları halka iyi bir şekilde anlatmasını beklemektedir. Bununla birlikte halk, güvenliği bozan bütün unsurlarla var gücüyle mücadele edilmesinde bir sakınca görmemektedir. Ancak çok dikkatli ve seçici davranılması hayati öne arz etmektedir.
HDP’nin seçim stratejisini, Türkiye partisi olmak yönünde belirlediği ve bunun seçmende karşılık bulduğu, ancak gelinen noktada HDP’nin bunun gereğini yapmadığı ortadadır. HDP’nin Kandil ve KCK gibi yapılardan bağımsız hareket etme kabiliyetinden yoksun olması HDP açısından ciddi sorun oluşturmaya devam etmektedir.
HDP içerisinde demokrasiden ve barıştan yana olan kişilerin harekete geçeceği beklentisi bölgede oldukça fazladır. Erdoğan’a hitaben “Sana savaş yaptırmayacağız” diyen HDP’nin PKK’ya dönüp, “Senin şiddetine karşı duracağız, sana şiddet yolunu açtırmayacağız” demesi gerektiği ısrarla vurgulanıyor.
Son dönemlerde bazı muhafazakar STK başkanları ve ileri gelenlerinin ve de batıda ikamet eden dini kimlik taşıyan vakıf veya cemaatlere bağlı şahsiyetlerin milliyet hamasetini dini söylemlere karıştırmakla, bölgedeki mütedeyyin insanları zor durumda bırakmakta ve bölgedeki gençlerin dinden ve dini oluşumlardan uzak durmalarına neden olmaktadır. Onun için İslami STK’lar arasında mutlaka bir ortak akıl ve strateji oluşturulmalıdır.
Bölgede son gelişmeler üzerine bakıldığında Kürtlerin ikiye ayrıldığını görüyoruz. Bir kısmı PKK’nın çok şımartıldığını düşünürken diğer kesim ise kazanımların kaybolmasından endişe ediyor. Bunu düşünen halk reçetesini de şöyle ortaya koyuyor: “Tekrar Çözüm Süreci’ne dönülmeli, güvenlik zafiyetleri giderilmeli, HDP siyasi olarak PKK’nın şiddetine arasına mesafe koyarak rol almalı, siyaset kanalları işlemeli, silahlar susturulmalı ve demokratik adımlar bir an önce atılmalı.”
Başka bir talep de Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bölgedeki sivil toplum kuruluşları, iş adamları ve kanaat önderlerini toplayarak süreci birinci ağızdan anlatması gerektiği vurgulanıyor. Bu toplantılara mutlak suretle farklı siyasi düşünce ve yapıların katılımın sağlanması, akil insanlar heyetinin inisiyatif laması, Barzani’nin bu sürece aktif olarak katılımın sağlanması ve operasyonlarla ilgili bilgilendirmelerin özellikle toplumun farklı katmalarına yapılması gerektiği ifade ediliyor.
Bir diğer taraftan farklı siyasi partilere bilgilendirme turu yapan hükümetin HDP’yi bu süreçte dışlamasının da doğru olmadığı bölgede ifade ediliyor. Bilakis sürekli olarak HDP’nin siyaset alanına çekilmesi, PKK’nın oluşturduğu hegemonyanın HDP üzerinden kırılması ve HDP’nin de şiddetle arasına mesafe koyması noktasında demokratik baskının devam etmesi gerektiği ifade ediliyor.
Bu yazının ortaya çıkmasına vesile olan ve bölge hassasiyetlerini paylaşan Adıyaman, Urfa, Diyarbakır, Mardin ve Tatvan’daki arkadaşlara teşekkür ediyorum.