Bir benim değil bu dünyada her nesnenin dili var” diyor şair Emel İrtem şiirinde. Şiirin yalnız bu dizesinin altını çiziyorum. Şiir bitiyor, tekrar tekrar aynı dizeyi okuyorum. Şiir bitmiyor… Cümlenin etrafında dönüyorum. Cümle, benim etrafımda dönüyor. Dünyam dönüyor, başım dönüyor. İçime dönüyorum. İçime bir dize düşüyor. Bir yerlerden… Kendi gök kubbemden.

Üzerinde çokça düşünmem gerekiyor. Üzerinde çokça düşünüyorum. Bir dize ne çok şey söylüyor… Bazen size sayfalar dolusu romanın anlatamadığını; bir kelime, bir cümle anlatıveriyor işte. Şaşırmıyorsunuz, şaşakalıyorsunuz. Şaşakalmak daha iyidir şaşırmaktan. Hayretimiz anılarda saklı kalmamalı, anlarımızda yaşamalı. Hayretimiz bizimle beraber yaşamalı. Bir şarklının göğe itikatla bakması gibi. Bir şarkının dinmeyen sızısı gibi. Namütenahi…

Ne diyorduk? Bir kelime, bir cümle?

Bazen unuttuğunuz bir hakikat, yüzünüze çarpıverir. “Yaşamak çarpısı derlerdi buna yaşamak çarpıntısı.” Fecr vakti, bir dua çarpıntısı. Terennüm eden alemin çarpıntısı. Dilsiz bir hanendenin, efsunlu bir şarkısı. Bişnev! Duyabilene aşk olsun…

Bazen, bir deprem olur içinizde. Ama olsun içinizde bir deprem. Korkmayın! Bir sarsıntı… İçinizde biriktirdiğiniz putlar sarsılır. Sarsılsın! Bazen, çok şiddetli bir deprem olur içinizde. Ama olsun içinizde çok şiddetli bir deprem. Hiç korkmayın! Bir yıkılış… İçinizde biriktirdiğiniz putlar yıkılır. Yıkılsın!

O zaman artık siz de konuşun; dağlarla, taşlarla börtü böcekle… O zaman artık siz de haykırın. Bir benim değil bu rüya! Bir benim değil bu dünya!

“Bir benim değil bu dünyada her nesnenin dili var…”