”İnsana ait olduğu tarihin asaletini ve medeniyetinin güzelliğini idrak ettiren o müstesna mekânlar; insanı ailesine, komşularına ve milletine muhabbetle bağlayan o güzelim örf ve adetler, muâmeleler, uslūblar an’aneler! Nerelerdesiniz? Nerelerdesiniz?”

Bu zamandan, inanın bu zamandan çok uzak olmayan bir zamanda, daha dün gibi oradaydılar. Şimdilerde fotoğraflardan, resimlerden, gravürlerden, kitaplardan seyrede durduğumuz, durup da ne kaybettiğimizi hatırladığımız (belki de hiç bilmediğimiz!), hatırlayıp da hayıflandığımız camilerimiz, medreselerimiz, sebillerimiz, evlerimiz, kalbimiz… Nerelerdesiniz? 

Asli vazifesinin dünyayı güzelleştirmek olduğu bilinci. Yetmez sadece güzelleştirmek bilinci. Emaneti de koruması gerektiği şuuruyla iman eden, amel eden. Bu sebeple kelimeyi dahi israf etmekten kaçınan. Kelimenin, sohbetin, sesin, hoş bir sedanın bereketi. Yetiştirmek sabırla bir gülü, bir çocuğu. Yalnız değil ailesi; komşusuyla, manavıyla, bakkalıyla attarıyla… 

Topyekûn mahallesiyle, semtiyle, şehriyle bir çocuğun kaderi. Kanaviçe işler gibi sebatla, feragatle renk renk…

Makam ve musiki ilmine vakıf olan müezzinlerin, sabâ makamında okudukları sabah ezanları. Hoparlörün olmayışı. Pürüzsüz latif ince… Harikulade!

Huşu içinde dinlenen ezanlar. Rahmetten bir damla sunan sakiler. Musikişinaslar, neyzenler, dervişler, sofular. Nerelerdesiniz?

Peki ben neredeyim? Bunları niçin yazıyorum? Yoksa Tanpınar’ın ifadesiyle geçmiş bir kuyu gibi beni de mi kendine çekiyor?

Tüm bunları, beton duvarlar arasında, manzaramın binalarla istila edildiği penceremin önündeki masamda, okuduğum bir kitabın tesiriyle kaleme alıyorum. Vakit ilerliyor, gündüz ona verilen emaneti geceye devrediyor.

Ve ben odamın ağyarı olarak addettiğim beyaz ışığı açmak yerine çekmecemdeki mumları yakıyorum…

Kitabın adı, ”Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı.” Müellifi, Ahmed Yüksel Özemre. Yazar 1935 yılında Üsküdar’da doğdu. Üsküdar’ın henüz güzelliğinden bir şey kaybetmediği, hayal şehir olarak gösterildiği zamanlarda. Şairlerin, ressamların güzide beldesinde. Yahya Kemal’in dizelerinde tahayyül ettiğimiz, Hoca Ali Rıza’nın tuvallerinde temaşa ettiğimiz o asude yerde.

Çocukluğunun gençliğinin en güzel zamanlarını geçirdiği ve şahsiyetinin şekillenmesinde önemli bir yer tutan Üsküdar’ı ve buradaki attar (aktar)  dükkânını anlatıyor yazar kitabında.

Yetmiş beş yıl boyunca hizmet veren attar dükkânı; dönemin ilim, irfan ve kültür dünyasına birçok katkıda bulunmuştur. El’an yerinde yerlerin estiği, bir zamanlar ise çok değerli şahsiyetlerin bu attar dükkânındaki sohbetlerden, dostluklardan feyz aldığı, gözün gönlün terbiye edildiği müstesna dükkânlardandı.

Bir ticari mekândan çok daha ötesi. Ötelerden bir esinti. Yazarın ifade ettiğine göre dükkânın müdavimleri arasında kimler yoktu ki. Ressam Üsküdarlı Hoca Ali Rıza, Eşref Ede Efendi, Necmeddin Okyay, Fehim Tandaç, Nafiz Uncu Efendi,

Abdülbaki Gölpınarlı, Neyzen Niyazi Sayın… Daha nice alimler, arifler, edipler şairler…

Neyzen Niyazi Sayın’ın, attar dükkânının ona kazandırdığı maddi ve manevi terakkiyi dile getirdiği şu cümleleri her şeyin özeti mahiyetindedir:

” Yüksel’ciğim; biz bu dükkândan geçmemiş olsaydık şimdi yedi dükkân süprüntüsünden beter olurduk.”

O halde biz ne olacağız?

O güzel atlara binip yahut bir kuş olup bir trenle mi mazide yolculuk yapayım?

Ya da bu rüyadan uyanıp gerçeğin duvarına mı çarpayım?

İki sokak ötemizdeki attar dükkânına gitmeye karar veriyorum. Belki diyorum. Belki bir gün…

Şair de eşlik ediyor yol boyunca bana:

Bir gürültülü yaşamağa gidiyor dünya boşalan

Bir deniz gibi

Bu sesler ormanında kaybolan bir çağ bu.

Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme

Alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar

Gidip gelmelerim bu dar sokaklarda

İnsanların koşup dolduğu bu dar yapılarda

Bir kısır döngüye girmek için bütün çabalar

Biz bunun için mi geldik?