Devlet adaleti sağlamakla yükümlüdür bunu şahısların ellerine bırakmak beraberinde birçok sorunu getirir. Devlet cebri uygulama yapmaya yetkilidir böyle bir gücü de yine vatandaşından alır. Ceza bu bağlamda önleyici olabilir. Lakin cezanın nevi ve metodu çok önemlidir.
Kur’anî yöntemle cezanın gereği kısastır. “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında kısas size gerekli kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ancak her kime, kardeşi tarafından bir şey bağışlanırsa artık ona hakkaniyetle uymalı ve kalan diyeti ona güzellikle ödemelidir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme, bir rahmettir. Bundan sonra kim haddi aşarsa ona elem verici bir azap vardır. / Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri, umulur ki sakınırsınız” (Bakara: 2/178-179).”
Buna göre kısas da son noktadır. Öncesi diyet ve af’tır. Ancak bu hak mağdur tarafındır ve mesele burada kişiseldir. Ancak kişi suç sabit olmadan adalet dağıtmaya kalkarsa burada da başka tür suçlar ile karşılaşmamız kaçınılmazdır.
Son günlerin mevzuu bir baba, on beş yaşındaki kızının tecavüze uğraması dolayısıyla tecavüzcüyü öldürme cezası kesti. Oysa işin içinden iş çıktı ve meselenin öncesinin de olduğu kızının da daha sonra ifadesinde; “Biz maktul ile sevgiliydik, kendi rızamla onunla birlikte oldum” dediği ortaya çıktı.
Katil ise gözaltına alınması sırasında; bu tarz suçluların resimlerinin afişe edilmesini ve polisin yetmediği yerde diğer insanların suçluları öldürmesinin mümkün olduğu bir kanun çıkarılmasını talep ediyordu.
İşte bu ve tahmin edilemeyecek yüzlerce ihtimal üzeredir ki ceza kesmede kişisel/duygusal tepkiler hem kişiye hem topluma hem de toplumsal düzene zarar verebilir. Mezkûr babayı doğru bulanlar kadar yanlış görenler de vardı. Olayın ardından ortaya çıkan diğer gerçekler sonrası bu katli doğru bulanlar vicdani mahcubiyetlerini nasıl gizleyecekler.
Tarihi planda baktığımızda da yine farklı uygulamalara şahidiz. Örneğin Osmanlı bu duruma nitelik bakımından benzer bir konuda şöyle bir ceza tespit etmiş; “Eğer bir kimse karısını bir başka erkekle ilişkide bulunurken yakalasa ve her ikisini de öldürse o kimse yargılanmaz, diyet istenmez, günah işledi diye cezalandırılmaz. (Kanunî Süleyman’ın Dulkadir Kanunnâmesi, madde: 13-M.Bardakçı).”
Osmanlı’daki bu kanun kişi beyanı ve sözünün itibari değerinin yüksek olduğu bir bakış açısıyla oluşturulmuş. Bu durum dahi insani refleksleri dikkate aldığımızda yerinde ve geçerli bir kanun sayılamaz.
Hukuk sistemlerinin kökeni beşeri ise öyle ya da böyle yetersiz kaldığı açık bir gerçektir. Bu bakımdan sosyal düzenin korunması, adalet terazisinin gönüllerde dengelenmesi ve vicdani hürriyetlerin muhafazası için kısas şarttır. Örneğin tecavüz suçluları aynı türden cezaya çarptırılmalı ve kesinlikle en basit haliyle hadım edilmelidir. Ancak bu cezayı vermek için suçun sabit olması ve kişisel duygusallıklara kurban verilmemesi gereklidir. Kişileri, bilgiyi ve hadiseleri akıl ve kalp süzgecinden geçirmek gibi yanlış yapmayı engelleyecek çok önemli şeyler vardır. Evet adalet çok önemlidir lakin bir o kadar da hassas bir tartı gerektirir…