Bir rivayete göre dünyevi sıkıntılara (!) ve fakat ebedi kurtuluşa erebilmek için imana kalpte yer açmak ve orada yaşatmak yeterli. Bir başka ve daha kalabalık ses ise bunu, yani marifet ve duyguyu yeterli görmez. “Aksiyom kifayet etmez aksiyon da elzemdir” diyerek lazım-ı gayr-ı mufarık kabilinden eylemi de ilave değil, dahil eder.
Ben ise zaman zaman kendi kendime totolojiden uzak muhasebe yapar ve total imana olan uzaklığımı test ederim. Kendi bilişsel ve içsel dünyamı yoklama yöntemlerimden biri şudur: Dünyanın herhangi bir yerinde, bir mümin kardeşimin başına bir sıkıntı geldiğinde hiç bir şey gelmiyorsa elden; hüzün geçip geçmediğidir içimden.
(Sözün burasına bir varil bombası tedhişinde Halep düştü de çevirdi içimi bir viraneye. Ey Ebu Ubeyde! Bil ki emanetine sadece ağıt yakabiliyor olmaktan daha çok canımı acıtan bir şey yok imdi!)
Bundan yaklaşık bir yıl önce de yine Halep kan gölüne dönmüş ve biz elinden ağlamaktan başka bir şey gelmeyen acizler misali, kalemimizden damlayanları izlemekle yetinmiştik. Ebabil devrinin bittiğini, gökten ebabil beklemek yerine yerin ebabili olmak gerektiğini söylemiştik. O zamandan bu yana yerde didinen ebabillerin ceht ve gayretleri yeterli gelmedi. Bugün dünden daha kötü. Ne yazık ki sadece bilad-ı Şam için değil, tüm İslam dünyası için her gün evvelsi günü aratır hale geldi.
İlk günden bu karanlık sabaha kadar Şam fatihi Ebu Ubeyde’nin ve Selahaddin-i Eyyubilerin mücadelesi bedirleşemedi. Gün gün uhutlaştı, hendekleşti. İhanetler, yalnızlaştırmalar ve Müslümanlara yakışmayan avrupaî umursamazlıklar ile şarkî umarsızlıklar Halep’i bu hale getirdi.
Vahdeti “teemmül” edemeyen kalplerden “teellüm” beklemek, Godot’u beklemeye benziyor. Uhuvvete tenezzül/tevessül etmeyenleri ise insandan neşet eden her güzel kelimenin ve mahzâ hayır olan fikrin maliki Allah’a havale etmek, yalnızca biçareliğimizi tescile yarıyor. Zira artık iç-im(iz)deki eylemsizlik evresi nihayete ermiş, fikirsizliğin eşiğine diz çökmüştür.
Çıkıp Uhud dağına, enkazdan ceninler çıkarken leş yutar gibi sesini yutan alem-i İslam’a haykırasım var: Ben sizden değilim….
Hal böyleyken Halep’i, Gazze’yi, Arakan’ı, Mogadişu’yu, Kabil’i, Sirte’yi, Musul’u ve daha nicesini dert belleyen yurdum insanını; kendi derdine gömmek ve keder çukuruna hapsetmek isteyen hainler ise zamanlaması hiçbir zaman manidar olmayacak bombalar kuruyor. Canlarımıza kıyıyor. Bizi yıldıracaklarını, pes ettireceklerini, vaz geçireceklerini sanan ahmaklar; bilin ki parçalandıkça çoğalıyoruz. Göğe yükselen her şehidin yerine, Rabbinin rızasına ve nimetine susayan bin şehit namzeti tebellür ediyor.
Unuttuğunuz şu ki; bu topraklar, şehadetin rahm-i mâderidir. Ve biz ruhlarının şâd olduğunu bildiğimiz tüm şehitlerimize imreniyoruz.
Gama ne kadar yakınsak kâma da o kadar yakınız.
Alestayız sefere her zamankinden daha çok.
Baki selam…