Aslında girdiğimiz ekonomi savaşını, bel bükücü pahalılığı konuşacaktım bugün.

Ama çok taze bir yaşanmışlık kalemimin rengini değiştirdi.

Karın bir şekilde doyar çünkü. O rızkı ezelde taksim eden var. Fakat güzelliğe aç bir kalbi, kuraklıkla çürümüş bir dimağı doyurmak zordur…

Bu ülke, çirkin kalplerin ve kıraç zihinlerin Müslüman varlığının üzerine beton gibi döküldüğü, sefil bir devrim harabesidir. Bırakın yirmi yılı, elli yıl da iktidar olsak, bizi içten içe boğan bu kültür enkazı temizlenemez. Zira onu en vahşi haliyle diri tutmak için tasarlanmış bir sosyal nizamın, bir devlet modelinin, bir ‘’eğitim’’ mekanizmasının potasında kuşaktan kuşağa eritiliyoruz…

Mevzuya gireyim…

Akşam saati, sokağı inleten kadın çığlıklarıyla doğruldum. ‘’Aptal, geri zekalı, salak, beyinsiz, hayvan…’’ diye bağırıp duran, arada beddualar savuran, orta yaş üstü bir mahluk… Meğer tantananın sebebi küçük bir araba kazasıymış. Daha doğrusu, karşıdan gelen genç şoför, kadının sol kapısına ufak bir buse kondurmuş.

Olayı takip ediyoruz. Her zerresiyle çevreye ‘’aydınlık’’ saçan teyzenin konuşma şekli kendini ele veriyor. Bir nevi ‘’old-school’’ laiklerden olduğunu görüyoruz. Sonrasında, teyzeyi tahrik eden asıl unsurun hatalı şoförlük değil, ‘’başörtüsü’’ olduğunu anlıyoruz.

Nitekim manzaramız şu:

Neredeyse sesini bile duymadığımız başörtülü hanımefendi, sakin tavırlarla aydın teyzeyi sükûnete davet ediyor, aydın teyze ise ‘’Polisi çağıracağım, salak, aptal, düzgün kullan, burası tek yön, gideceğin yolu bileceksin’’ diye tek başına yakaladığı kızcağıza hakaretler savuruyor. Sonra çevresindeki bir iki esnafı ve etraftakileri şahit tutmaya çalışıyor. Oradakiler kaza anını görmediklerini ama yolun çift taraflı olduğunu söyleyince, diğer hanımefendinin başörtüsünü ima ederek ‘’Hımm, anlıyorum tabii, beni savunmuyorsunuz’’ şeklinde saçma bir tepki veriyor. Mahalleli kapı pencere toplanmış kadının çirkefliklerini izlerken, bir adam, ‘’Bu saatte bizi rahatsız etmeye hakkınız yok, kaza bu, insanlık hali, niye bağırıp çağırıyorsunuz’’ diye sesleniyor. Aydın teyze hepten saçmalayıp, şizofrenik bir eda ile haykırıyor:

‘’Başım açık diye mi böyle konuşuyorsun?’’

Bu cevap, yaklaşık yüzyıldır milletin boynuna karabasan gibi çöken zalim bir azınlığın, kalabalık ve pişkin cehaletine tutulacak cilalı bir aynadır.

Başörtülü hanımefendi, olayın şokuyla, bırakın hakaretlere karşılık vermeyi, güya ona şoförlük öğretmeye kalkan aydın teyzeye ‘’yolun çift yönlü’’ olduğu bile anlatamıyor. Esnaf tarafından ikna edilen aydın teyze, bu sefer de ‘’fark etmez’’ diyerek başörtülü genci tacize devam ediyor…

Şuraya geleyim:

Aydın teyze, nadir görülen spesifik parçalardan değil. Kendini bu ülkenin sahibi zanneden, çıplak beyni en kibirli, en kalın örtülerle örtülmüş, alelade bir figür… Hayat alanımızı kuşatan fason karanlıktan ucuz bir numune…

Ve bu ‘’seri üretim’’ profil, utanmadan, sıkılmadan; zulme uğrayanın, baskı görenin, dışlananın kendisi olduğuna inanıyor. Bizi de zorla inandırmaya çalışıyor.

Bu yüzden biraz teferruata girdim.

Zira aydın teyze, bize, her nesilde acısını tattığımız zehirli bir sosyolojiyi resmediyor…

Devam edeyim:

Çocukluğum, mezkûr zihniyetin ‘’kalesi’’ olan bir semtte geçti. Çağdaşlığın, laikliğin, uygarlığın beşiği(!) olan bu semtte, ismi ‘’Özgürlük’’ olan bir parkın yakınında oturuyorduk. Annem epey entelektüel ve kaliteli bir insandır. Yalnızca orada uğradığı psikolojik şiddeti anlatsam satırlara sığmaz. Direkt şahit olmadığım sayısız yobazlıklar da cabası…

Araba kullanmak bile annemin hakkı değildi mesela bunlar için. Emekli kokonaların tiksinç bakışlarla onu süzmelerine alışmıştı gerçi. Öyle cipe filan da binmiyordu ha, tipik orta sınıf arabası… Ama hatırlıyorum, bir keresinde liseli bir ergenin ‘’şuna bak sanki çok yakışıyor’’ diye arkadaşına söylenmesi onu ne kadar üzmüştü. Belki de ergen kıza acımıştı…  

Bilhassa Gezi olaylarından sonra sokakta yürümek bile zorlaşmıştı onun için. Gencinden yaşlısına şuursuz asalakların sözlü tacizlerine maruz kalıyordu…

Öz çocuklarını gezdirmek bile haddine değildi yahu, ötesi var mı? Başörtülü biri böyle klas(!) semtlerde yürüyebilir miydi? Hele ki sarı sarı, parlak çocuklarla… Olsa olsa hizmetçi, bilemedin dadı olabilirdi. Öyle trajikomik diyaloglar yaşanırdı ki… Küçük yaşta, zihin andropozu yaşayan ihtiyarları annemizin annemiz olduğuna ikna etmeye çalışırdık…

Şöyle de aktüele bağlayıp bitireyim:

CHP/HDP işgalindeki İBB’nin reklam panolarında gözümüze sokulan semiyolojik mesaj; öyle kolayca es geçilecek, yok sayılacak bir sinsilik değil yani. Karşımızdaki kadronun başörtülü kadınlara ve sakallı erkeklere biçtiği değeri temsil etmesi açısından önemli. ‘’Kutuplaştırılıyoruz’’ nağmelerine, ‘’kucaklayıcı’’ yalanlara aldanmamak gerekiyor.

Birleştirmek, gelişmek, geliştirmek değil dertleri…

Bizi devamlı ısıran o putperest hırslar, ‘’bin yıl sürecek’’ faşist bir nefretin eseri…

18 yaşımdan itibaren buna göre oy verdim.

İçine sokulduğum gündelik krizleri, ekonomik tehditleri, sosyal problemleri de hep buna göre değerlendireceğim.

Vesselam.