İslami harekette şiddetsizlik ilkesini reddedenler çoğu kez, barışçıl yöntemi benimsemeleri durumunda cihadı devre dışı bırakmış olacakları zehabına kapılmaktadırlar.
Peki, barışçıl hareket yöntemi cihadı gerçekten devre dışı bırakır mı? “Cihad” ve “barışçıl eylem” kavramlarının manasını doğru anlıyor muyuz, yoksa zihnimizde bunların hepsini birbirine mi karıştırıyoruz?
Müslümanların büyük çoğunluğunun taşıdığı düşünceler maalesef -asırlar boyunca bozulmaya maruz kalmış kültürel mirastan doğmuş- yanlış önermeler üzerine bina edilmiş durumdadır!
Artık cihadın; Allah yolunda savaştığını sananların yaptıklarından çok daha geniş kapsamlı bir kavram olduğunu öğrenmeliyiz. İslami sloganlar üreterek, özel sancaklar edinerek küçük bir alanda hâkimiyet kurmuş bir gruba katılarak ve elinde silahla dolaşarak cihadı gerçekleştiremeyeceğimizi artık anlamalıyız. Cihad emrini gerçekleştirebilmek için canımızı, malımızı, vaktimizi ve enerjimizi İslam toplumunu inşa etmek ya da onu ıslah etmek için ortaya koymamız gerektiğini artık idrak etmeliyiz.
Ama ne yazık ki, bunca tecrübeden sonra hâlâ İslam’ı ve hedeflerini hakkıyla idrak etmek için yoğun çaba sarf etmeye değil, yanlış yola girip haricileşmeye, kendini öldürmeye veya öldürülmeye adamaya hazır çok sayıda Müslüman var günümüzde!
Günümüzde cihadın tanımı bazıları tarafından özellikle savaş ve öldürmeyle eşanlamlı hâle getirilmiştir! Oysa Kur’an-ı Kerim cihadın en büyüğünün Kur’an ile cihad olduğunu, yani onu anlayarak, doğru yorumlayarak, mesajlarını yayarak ve insanları onun yoluna davet ederek cihad yapılması gerektiğini ısrarla vurgulamaktadır:
“We câhidhum bihî cihâden kebîra…: Onlarla en büyük cihad (olan Kur’an vahyi) ile cihad/mücadele et. (Onlarla Kur’an yoluyla en büyük cihadını gerçekleştir).” (Furkân 25/52)…
Bazı insanlar, canını feda etmeyi saygıdeğer ve isabetli kılan şeyin ne olduğunu göz önünde bulundurmadan salt can vermeyi en yüksek mertebe olarak kabul etmektedir. Oysa mesele canını feda etmekten ibaret değildir. Vahyin hedeflerini ve nebilerin yöntemini gözetmiyorsa, Allah’ın iç ve dış dünyamızda vazetmiş olduğu yasalara muvafık değilse canını feda etmek kendi başına doğru sonucu doğuran bir eylem değildir.
Hepimiz hata yapıyoruz. Ancak, Allah’ın yasağını çiğneyerek hata yapan ile başkalarının haklarını ihlal eden bir suç işlemeksizin hata yapan arasında büyük bir fark vardır. Zira Allah Teâlâ insan öldürmeyi haram kılmıştır:
“… fe ke ennemâ qatele’n-nâse cemî’an…: Bu yüzden Biz İsrailoğullarına bildirdik ki; -cinayetin ve yeryüzünde fesadı yayma(nın cezası) olarak işlenmesi dışında- eğer bir kimse bir insanı öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibidir; ve bir kimse bir hayat kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur. Gerçekten elçilerimiz, onlara hakikatin bütün delilleri ile geldiler: ama, buna rağmen, onların çoğu yeryüzünde her türlü aşırılığa meyletmeye devam ettiler.” (Mâide 5:32).
Şu hususu çok iyi kavramamız ve bilinçlenmemiz gerekiyor: Bir hamaset anında yiğitlik duygularıyla malımızı ve canımızı feda etmemiz, hattâ başkalarının canına kast etmemiz kolay olandır. Ancak, ilmi elde etme ve onu yayma çabası anlık duygusallıklarla başarılacak bir mesele değildir. İlim ancak ve ancak kesintisiz bir çaba ve derin bir bilinçle elde edilebilir. İşte zor olan budur.
Bir de barışçıl eylemin, bâtılı (yanlışı, bozuk ve geçersiz olanı) yıkma ve münkeri (kötülüğü ve çirkinliği) yenme becerisinden yoksun basit öğüt ve öğretilerle gerçekleşebileceğini zanneden bir kesim bulunmaktadır. Zorbalığın gücüne teslim olmak ve zalimin zulmü karşısında sessiz kalmak, asla barışçıl eylem yöntemini benimsemek değildir. Böyle bir tutum eylem bile değildir. Bilakis yenilgiyi ve zilleti içselleştirmektir.
Çekimser davranmakla küfrün ve bâtılın karşısında ısrarla direnmek ve bütün dünyanın gözü önünde yılmadan ve yorulmadan onların sistemini reddetmek arasında büyük fark vardır. Rüşt/erdem toplumunu oluşturacak olan, işte böylesi bir barışçıl hareket ve eylem yöntemidir. Nitekim Allah Rasulü (s) şöyle buyurmuştur:
“Zalim yöneticinin karşısında hak sözü/söylemi savunan ve onu yanlış yapmaktan alıkoymaya çalışan ve bu (barışçıl) eylemi yüzünden öldürülen kimse cennette şehitlerin efendisi Hamza ile komşu olacaktır.”
İşte inandıkları ve inkâr ettikleri hususları bütün açıklığıyla ilan etme yetkisinde ve kudretinde olan müminler bunlardır. “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden başka bir suçla itham edilemeyen ve O’nun mesajını bütün açıklığıyla insanlara ulaştıracak olan işte bu müminlerdir. Allah’ın Elçisi (s) onları “şehitlerin efendisi” olarak tanımlamıştır. Kalbinde hak ve adalet sevgisi taşıyan insanların sevgilerini yönelteceği kimseler de işte bu müminlerdir.
Kimileri cihadın bu türünü küçümseyecektir. Ancak zor ve büyük cihat işte budur. Son günlerde Körfez ülkelerindeki çekişme sebebiyle yöneticilerin -hakkı savunma hususunda- halkı nasıl susturduğunu, korkutup sindirdiğini hep birlikte esefle müşahede ettik. Oysa bu gibi durum ve konumlarda zalim yöneticiye karşı hak/doğru olan sözü/söylemi açıkça dile getirip savunmak -hadiste geçtiği üzere- cihadın büyüğüdür.
Müslümanların gönlü müsterih olsun, cihat kıyamete kadar baki kalacaktır. Ancak cihadın da beşeriyetin gelişim aşamalarına ayak uydurması gerekmektedir. Nasıl ki günümüzde -eski dönemdeki silahlı cihat için hazırlanması Kur’an’da emredilen- “besili atlar” gelişen şartlar muvacehesinde yeniden yorumlandıysa, aynı şekilde düşmanı caydırma kabiliyeti olan gerçek gücü elde etmek için ciddiyetle çalışmalıyız. Mesela teknolojik ve elektronik yeni ürünler yanında siyasi ve ekonomik yeni modeller üretmeliyiz, bireyin ve toplumun değişiminde geçerli olan yasaları keşfedip onlara uygun davranmalıyız…
Çeviri: Fethi Güngör