Evrenselliği ve heterojenliği ile ön plana çıkıp tüm farklılıkları ile birlikte ins cinsini, Ademoğulları ve Allah’ın kulları potasında cem eden İslam dini kavmiyetçiliğin, sosyal adaletsizliğe de yol açan en köklü problem olarak gelişip serpildiği bir coğrafyada doğmuştur. Bu sebeple Allah’ın insanlar arasından kendilerine nur saçan bir kandil olması için seçtiği son elçinin, hayatı boyunca mücadele ettiği en kesif cahili/ilkel tutumlardan biri asabiyet duygusu yani ırkçılık olmuştur.
Hz. Peygamberin çağrısına ilk kulak verenlerin yoksullar ve köleler gibi toplumun aşağılanmış, ötekileştirilmiş ve insanlık onuru incitilmiş kesimi olmasının temel sebeplerinden biri; mesajın özünde barındırdığı bu eşitlik temasıdır. İnsanları bir erkekle bir dişiden yarattığını sonra şubelere ve kabilelere ayırdığını, bunun hikmetinin de tearüfte bulunmak (tanışıp tüm farklılıklarına rağmen bir arada yaşayabilme yeteneği geliştirebilmek) olduğunu beyan eden Allah Teala, kendisine kurbet kesbetmekten başka bir üstünlük ölçütü belirlememiştir. (Hucurat/13)
İnsanları ontolojik özellikleri nedeniyle hor ve hakir görmek ya da tümüyle Allah vergisi bir nitelik sebebiyle övünmek, insanoğlunun hamlığına işarettir. Varoluşsal benliğini kutsayıp onunla dalalet çukuruna düşen ilk varlık, kibir elbisesini giyinen iblistir. Emr-i İlahi gereği ademe saygı göstermek yerine düşmanlık etmeyi yeğleyen -Tevrat’taki adıyla- azâzil, böylece öfkesine yenilerek rahmetten uzak düşen anlamında şeytan ismiyle anılır olmuştur. Aslında onun yaptığı ırkçılığın orijinal ve otantik şeklidir. Şeytanın adımlarını (hutuvâti’ş-şeytan’ı) adım adım izleyenleri, el-Kitap defaatle uyarır.
Allah Resulü de içine doğduğu toplumda kronik bir illete dönüşen bu problemle nübüvveti boyunca mücadele etmiştir. O, bisetten itibaren ırkçılık ile mücadele etmek için sosyal devrim niteliğini haiz pek çok icraatta bulunmuştur.
Kuran-ı Mübin’de ismi zikredilen tek sahabi olan azatlı köle Zeyd bin Harise’nin Peygamberimizin asil ve zengin hala kızı Zeynep binti Cahş ile evlendirilmesi ve yine aynı sahabinin müteaddit (bir rivayete göre 8) defa ordu kumandanı yapılmasında tebellür eden hikmet bunlardan biridir. Hz. Aişe’nin ifadesine göre, sefere çıkacak ordunun içinde Zeyd varsa komutanlığa kimse talip olmazdı. Ömrü Peygambere ve İslam’a hizmetle geçen mübarek sahabi, nihayetinde 55 yaşında Mute savaşında serencamını taçlandırarak şehit olmuştur. Şehit olduğu Mute ordusunda, henüz İslam’la şereflenmiş Halit bin Velit gibi bir askeri deha bulunmasına rağmen görevin öncelikle ona verilmesi, bir kölenin İslam’da nerelere geldiğinin/gelebileceğinin göstergesidir.
Irkçılığın her türlüsünü reddeden bir başka örneği, Hz. Ömer’in uygulamasında görüyoruz. İlk muhacirler arasında yer alan Suheyb bin Sinan aslen Bizanslıdır. Bütün mal varlığını Müslüman olmak için geride bırakarak erken/zor zamanda, Allah Resulünün yanında yer almıştır. Ağır bedeller ödemiş biri olduğu halde ağzından tek bir yakınma ifadesi dökülmemiştir. İşte Hz. Ömer ölüm döşeğinde şehadeti beklediği vakitlerde, imam olarak yerine -onca Kureyşî ve Ensarî sahabi varken- onu bırakmıştır.
Bu bahsi yeryüzünde hak ile batılı tefrik eden son Peygamberin kutlu sözü ile bitirelim:
“Amelinin geri bıraktığını, nesebi ileri götürmez.”
Baki selam…