İlk çocukluk arkadaşım bir şehit çocuğuydu.
Acıyı erken yaşta tatmasından mıdır bilmiyorum; çok az konuşurdu, masum bir hüzün asılıydı çocuk yüzünde Emre’nin…
90’ların başlarıydı ve kahraman babasının bir tarihte Güneydoğu’da şehit düştüğünü ailemden dinlemiştim.
Biraz daha büyüyünce, bir başka arkadaşımın babasının kıdemli astsubay olduğunu ve Siirt-Pervari’de teröristler tarafından şehit edildiğini öğrenmiştim üzüntü ile.
Memleketindeki cenaze töreni sırasında garnizon komutanının “Bu bana gülüyor! Bu yaşıyor” diye bağırdığını, hatta köpük getirtip ağzına sürerek nefes kontrolü yaptığını ve “Ben böyle cenaze görmedim” dediğini ise babam, şehit çocuğu Ferhat’ın dayısından nakille anlatmıştı.
* * *
“Ölü” ile “şehit” kavramını ayıran özelliklerden biri olarak, şehitlerin sağ elini yumruk yapıp şehadet parmağını kaldırdığını hepiniz duymuşsunuzdur.
Çarpıcı bir örneği de Prof. Ahmet Şimşirgil, TGRT Haber’deki canlı yayın öncesi kuliste, “Hekim Şah Kazvini, Hekim İsa ve Hekim Osman, şehit padişah Yavuz Sultan Selim’in naaşını yıkama, kefenleme ve tahnit işlerine giriştiler. Padişahın yıkanması sırasında avret mahalli açılacak gibi olunca sert hareketle, tek hamlede ‘setr-i avret’ ettiğini gören hekimler dehşet içinde kaldılar. Yüzleri muma dönmüş halde, tekbir ve salavat getirerek yıkamaya ara verdiler.” şeklinde anlatmıştı.
***
Televizyonlardaki tanınmış emekli komutanlardan birinin ifadesiyle, “Vatansever, kahraman, fedakâr ve onurlu askerlerimiz Suriye’de gül oldu, çiçek oldu.”
Şehitler için ‘gül’ gaziler için ‘çiçek’ diyen emekli komutan, kahramanların kader ortaklığıyla yutkunarak konuşurken; kamera gerisinde bizim boğazımız düğümleniyor.
İsimlerini duyduğumuz ama hiç bilmediğimiz yerlerde devriye atıyor, vatan müdafaası veriyor kahraman askerlerimiz.
Uzun yıllardır dağlardaydılar, “terör mücadelesi” için… Şimdilerde ise Suriye ve Libya’nın çöllerinde savaşıyorlar.
Hiç tanımadığımız, hiç bilmediğimiz insanlar, bizler için şehit düştüğünde hikâyelerini duyuyor, onları tanıyoruz:
“Daha yeni baba olmuştu. Nişanlısı evlilik için gün sayıyordu. Babasını aramış ve ‘İyiyiz’ demişti.”
Dokuz yıldır Suriye’de mazlumların yatak odalarına, oturma odalarına bomba yağıyordu. Onların umudu olan Mehmetler, Ahmetler de masumların gözyaşı döktüğü yerde kanını bıraktı toprağa.
Şehitlerin nasıl taşındığını bilir misiniz?
Şehit ve yaralıları çatışma alanlarında terk etmezsin. Silah arkadaşını düşman ellerinde bırakmazsın; bir milletin onurudur yerde yatan. Kader ortağını çıkarmak için de nice şehit ve yaralı verilir, İdlib’de olduğu gibi.
***
İstanbul’un malûm olan hızlı iskân trafiği içinde, ilk gençlik yıllarımda kopmuştuk şehit oğlu Ferhat ile.
“Babam gibi asker olacağım” diyordu o zamanlar.
Kim bilir belki de şehitlerimizin kanını yerde koymamak için İdlib’de askerlerine talimatlar veren, onları cesaretlendiren bir üsteğmendir şimdi.
Bir ölür, bin diriliriz biz…