Nasipse gelecek hafta Cuma günü vizyona girecek olan “Annemle Geçen Yaz” filmi bu hafta vizyona giren filmlerden daha çok etkiledi beni. Ondan sebep bu hafta daha vizyona girmemiş bir filmi elimden geldiğince “spoiler” vermeden yazmaya gayret edeceğim.

Güney Amerika sineması, belki bizim kültürümüzle benzerlikler gösterdiğinden olabilir, beni hep etkilemiştir. “Paramparça Aşklar ve Köpekler”, “Asabiyim Ben”, “Tanrı Kent” gibi kendi iyi filmler listemin baş tarafını Güney Amerika filmleri oluşturur.

Lafı uzatmadan bu en iyiler listeme “Annemle Geçen Yaz” filmini ekleyip hemen filmi anlatmaya başlayacağım.

Val (Regina Case), yıllardır aynı aile için çalışan yatılı bir hizmetçidir. Üstelik işini neredeyse mükemmel yapan Val aileden biri gibidir. Fakat sınırlarını ve durması gerektiği yeri de çok iyi bilmektedir. Bebeklerine bakıcılık yaptığı zengin aileye büyük bir sadakatle bağlıdır. Ailenin tek çocuğunun da neredeyse gerçek annesi gibidir. Val’in sorunlu eşinden ayrılıp geldiği bu yatılı hizmetçilik hayatı çok iyi giderken uzaklarda ve yıllarca görüşmediği kızının yanına gelmesiyle bir anda alt üst olmaya başlar. Jessica genç ve hırslı bir kızdır. Ve annesini büyük bir tercihin eşiğinde bırakır.

Filmi daha detaylı olarak anlatmaya gerek yok. Zira tam olarak aile ve annelik kavramının üzerinde durgun fakat berrak bir su gibi akıyor. Filmin içerisinde şu da fazlalık olmuş, bu sahneler gereksiz diyebileceğimiz tek kare yok. Her şey hikâyenin akışına hizmet eder halde. Ve üstelik tüm metaforlar da yerli yerinde ve anlaşılır halde kullanılmış.

Hikâyenin ilerleyişinde hiçbir şey çok büyük bir yer tutmuyor. Silahlar patlayıp insanlar büyük aşklarla delilikler yapmıyorlar. Fakat her birimizin hayatında olabilecek, her birimizin ruhuna işleyecek bir mesele dışarıdan bir bakış açısıyla izleniyor.

Filmin çok başarılı şekilde anlatılmış olan hikâyesine Regina Case başarılı oyunculuğuyla zevk katıyor. Diğer oyunculukların vasat olduğu filmi tek başına sırtlamış da diyebiliriz.

Film bittiğinde bende büyük bir etki uyandırdı. Özellikle kadim bir hikâye olan ve Bertold Brecht’in meşhur eseri “Kafkas Tebeşir Dairesi” tekrar canlandı gözümün önünde. Anne olmak ve annelik hakkı meselesi güncel bir hikâyede ve birbiri içine geçmiş bir şekilde Kafkas Tebeşir Dairesini anlatıyor gibi. Muhtemelen filmin yönetmeni de (senaryo da yönetmene ait) aynı hikâyeden esinlenmiş ya da faydalanmış.

Kafkas Tebeşir Dairesi hikâyesini çok kısaca anlatmak gerekirse: Bir doğu ülkesinde geçen ve kraliçe anneyle, çocuk bakıcısının annelik hakkı üzerine bir meseledir. Ülkede ayaklanmalar başlar, kraliçe de çocuğunu bırakıp kaçar ve bakıcısı çocuğu alır ve büyütür. Yıllar aradan geçince saray ahalisi tekrar geri dönerler ve çocuğu doğuran kraliçe çocuğu geri almak istediğinde ülkenin delisiyken her nasıl olduysa kendini bir anda hâkim olarak bulan adamdan bu meseleyi çözmesi istenir. Zira bakıcı çocuğu vermek istemez ama kraliçe almak ister. Hâkim de ortaya bir daire çizerek hem bakıcının hem de kraliçenin çocuğu iki yandan çekmeleri çocuk ne taraftan dışarı çıkarsa hakkın onun olacağını söyler. Bakıcı ve kraliçe iki kolundan çocuğu tutarlar ama bakıcı kıyamaz, çocuğun canı yanar endişesiyle. Ve hâkimde çocuğu bakıcıya verir.

Hikâye kısaca böyledir. Ve Annemle Geçen Yaz filmi de bu meseleyi modern bir zamanda kendi kültürü içinde harmanlanmış bir tatta anlatıyor. Belki daha az aksiyonla ama aynı duygularla.

Böylesi durgun hikâyelerde filmin sıkıcı olmadan kendini ifade edebilmesi ancak iyi bir yönetmenlik başarıdır. Ve filmin yönetmeni Anne Muylaert’de bu noktada büyük bir alkışı hak ediyor.

Sinemalarımızda her birimizin hayatında olabilecek ve aslında hayatımızın merkezinde olan aileyle ilgili meseleleri anlatan üstelik bunu öyle gereksiz köpürtmelere başvurmadan yapabilen film neredeyse yok denecek kadar az. Ben de bu filmle tanışmamın büyük bir nasip olduğuna inanıyorum. Sinema takipçilerine de bu anlamda gelecek hafta özellikle tavsiye edeceğim bir film. On üç yaş üzeri çocuklarınızla ve ailenizle izleyebileceğiniz bir film olarak görülmesi gerekir.