İnsan doğası, anlam arayışının en temel yönlerinden birini barındırır.

Anlamsızlık duygusu, içimizde bir rahatsızlık yaratır veya yaratmalıdır.

Akıllı bir varlık olarak eylemlerimizi anlamlandırabilme yetimiz, açıklamalar yapabilme kabiliyetimiz ve belli bir amaç etrafında şekillendirme eğilimimiz, anlam arayışını içselleştirdiğimizin en somut göstergeleridir.

Hayata gelişimizin ve yaşamımızın bir amacı ve anlamı olmalıdır.

Ölüm, kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımızda dursa da hayatımıza anlam katan en önemli olgulardan biridir.

Ölümün varlığı, hayatın geçiciliği ve değerini anlamlandırmamızı sağlar.

Ölüm olduğu halde insan hayatı bu derece hırpalıyor, bir de ölüm olmasa ne, nasıl olurdu acaba; insan düşünmeden edemiyor.

Bu hayatın bir sonu olduğu halde birbirimizi bu derece değersizleştiriyor ve anlamsızlaştırıyoruz; sonsuz bir dünya hayatına sahip olsaydık yaşam nasıl bir şekil alırdı acaba?

Ölümsüzlüğün peşinden koşan insan, ölümsüzlük neticesinde oluşacak tablodan hoşnut kalabilir miydi mesela?

Ölümün gölgesi altında yaşanan hayat, kendine özgü bir derinlik ve anlam kazanır.

Bütün bunlar ölüm/ayrılık acısının sarsıcılığı parantezinde anlaşılmalıdır.

Düşünce dünyamızda ölüm, varlığını sürdürdükçe birbirimize olan yaklaşımımızın ve değerlerimizin anlamı daha da belirginleşir.

Ancak, paradoksal bir biçimde, bu anlam arayışı bazen bizi anlamsızlığa sürükleyebilir.

Toplumlar, kültürler ve düşünce sistemleri içinde, anlamı ve değeri, zorlayıcı biçimde belirlemeye çalışırız.

Fakat anlam arayışı kişisel bir içsel yolculuktur; kendi değerlerimizi, inançlarımızı ve yaşam amaçlarımızı keşfetmek, dışsal baskılardan bağımsız bir şekilde kendimize özgü bir anlam inşa etmektir.

Aklı başında olan insanın yaptığı her davranışın bir anlamı, amacı ve açıklaması vardır.

Aklı başında olmayan ise haddi zatında muaftır; yaptıkları ne kadar anlamsız olursa olsun yadırganamaz.

Ancak aklını kaybetmiş kimselerden sâdır olan mantık dışı davranışlar için anlam arayışını zorlamak yerine anlayış göstermek gerekir.

Her insan, kendine has deneyimler, düşünceler ve duygularla şekillenen karmaşık bir varlıktır ve bu karmaşıklığın içinde bazen anlaşılabilir olmayan davranışlar da bulunabilir.

İnsanın anlam arayışı, varoluşunun temel bir parçasıdır.

Hayatın anlamını anlamlandırmaya çalışırken ölümün getirdiği derinliği fark etmek, yaşamımıza anlam katar.

Anlam, içsel bir yolculukla keşfedilir ve her bireyin yaşamı kendi perspektifinden şekillenir.

Ve ölüm, anlam arayışımız içerisinde bizi buraya, bu dünyaya ait olmadığımızı ortaya koyan en sarsıcı hakikat olarak ortada durmaktadır.