Kıbrıs müzakereleri, Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanlığı görevine gelmesinin ardından, BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide’nin ara buluculuğunda, Mayıs 2015’te yeniden başlamıştı. Müzakerelerde Anastasiadis ve Akıncı’nın ortak amacı, Kıbrıs’ın federal bir çatı altında yeniden birleştirilmesini sağlamaktı. Bu çerçevede İki lider, 1 Aralık 2016`da müzakerelerin başlamasına, 9-11 Ocak`ta Cenevre’de görüşmeye, 12 Ocak`ta da “güvenlik ve garantiler” konusunda uluslararası bir konferans toplanması konusunda mutabık kalmışlardı. Tüm olumlu ve iyimser açıklamalara rağmen İsviçre’nin Crans-Montana kentinde yürütülen Kıbrıs Konferansı’ndan herhangi bir sonuç alınamadan müzakereler Temmuz 2017’de bitirilmişti. Müzakereler, “Mülkiyet, Toprak, Ekonomi, Avrupa Birliği, Yönetim ve Güç Paylaşımı ile Güvenlik ve Garantiler” gibi 6 hassas fasıldan oluşuyordu.
Yukarıda kısaca özetlenmeye çalışılan müzakere süreci, Rum Meclisi’nin, 10 Şubat’ta Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını öngören “1950 Enosis referandumunun Rum okullarında kutlanması” kararıyla sarsıldı. Bu anlamsız ve talihsiz girişim, karşılıklı güvene dayalı müzakere sürecinin sarsılmasına ve Türk tarafının tepkisine yol açtı. Enosis kararı Kıbrıslı Rumlar’ın, “Enosis ülküsünden asla vazgeçmedikleri” şeklindeki tarihe ait bir yorumun yeniden gündeme gelmesine ve iki toplum arasındaki sorunlu ve acı geçmişe ait eski defterlerin bir kez daha kurcalanmasına zemin hazırladı. Bu durumu öylesine basit bir şekilde geçiştirmek kolay değildir. Çünkü Kıbrıslı Türklere göre, Kıbrıs sorununun nedeni, Kıbrıslı Rumların bitmek tükenmek bilmeyen Enosis arzusudur. O nedenle Rum Meclisinin beklenmedik “Enosis Kararı” Türk tarafınca, “Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türklerle siyasi eşitlik temelinde ortaklık kurmaya ve siyasi gücü paylaşmaya hazır olmadıkları” şeklinde yorumlandı.
Türk tarafında büyüyen tepkiler üzerine KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı, “Eşitlik içinde yaşayacağımız bir çözüm fikrinden vazgeçmiş değiliz. Ancak bunu her ne pahasına olursa olsun yapacak da değiliz. Haklarımızı, eşitliğimizi, güvenlik ve özgürlüğümüzü koruyarak bu yolda ilerleyeceğiz” ifadelerine yer vererek, Rum tarafının “Enosis referandumunun okullarda kutlanması” kararından geri adım atmadığı müddetçe, görüşmelere katılmayacağını duyurdu. Bunun üzerine Rum Meclisi, 7 Nisan 2017’de Kıbrıs’ta müzakerelerin tekrardan başlamasını sağlayabilmek adına “Enosis Kararı”nı iptal etti. İptal kararının ardından Cumhurbaşkanı Akıncı, müzakerelerin gelecek hafta kaldığı yerden başlayacağını açıkladı. Ancak yine de yukarıda da bahsedildiği üzere müzakerelerden bir sonuç çıkmadı.
Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis’in Ulusal Konsey toplantısında, Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk devletinin yetkilerinin geniş tutulduğu ve buna karşılık ortak merkezi hükümetin yetkilerinin kısıtlı olduğu “gevşek federasyon” teklifini öne sürmesi, hem kuzeyde hem de güneyde şaşkınlıkla karşılandı. Anastasiadis’in bu açıklamayı, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Kıbrıs sorunu için görevlendirdiği geçici özel danışmanı Jane Holl Lute’un taraflarla istişareler yürüterek hazırladığı raporu sunacağı tarih olan 15 Ekim’den önce yapmış olması dikkat çekicidir. Guterres raporunda, Kıbrıs’ta çözüme yönelik umutların geçmişte kalan başarısız barış çabalarından sonra halâ sürdüğünü belirterek, “Kıbrıs’ta kalıcı çözüm umudunun hala canlı” olduğunu vurgulamasının ardından, müzakereleri yeniden başlatmak için elinden gelen gayreti yapacağını belirtti. Ayrıca Guterres’in raporunda “Bir kez daha Kıbrıs’ta ve çevresinde bulunan doğal kaynaklarda iki toplumun da faydalanması gerektiğini tekrar ediyorum” sözlerine yer vermesi belki de raporun en can alıcı kısmını oluşturmaktadır. Bu bağlamda Rum Yönetimi’nin Kıbrıs’a ait doğalgaz ve petrol kaynaklarına ilişkin tek taraflı bir politika izlediği, İsrail, Yunanistan ve Mısır ile bir dizi anlaşmalar imzaladığı ve uluslararası şirketlere petrol ve doğalgaz arama ruhsatı verdiği bilinmektedir.
Eldeki veriler analiz edildiğinde Anastasiadis’in, “gevşek federasyon” tezinin, başlaması planlanan müzakerelerden bir sonuç almaktan ziyade doğalgaz anlaşmalarına bir zaman kazandırmak maksadıyla düşünülmüş iyi bir diplomatik taktik olabileceği anlaşılmaktadır. Bu taktiğin, müzakereler boyunca doğalgaz projelerinin dondurulmayacağı ve bu projelere olası Türkiye müdahalesinin müzakereleri kesintiye uğratıp Rum tarafını “haklı” çıkartacağı üzerine kurulu olduğu iddia edilebilir. Anastasiadis’in göreve geldiği günden beri, KKTC ve Türkiye’yi yalnızlaştırmak ve GKRY’nin diplomatik ve tarihsel bağlarını güçlendirmek yönünde bir diplomasiyi rehber edindiği görülmektedir. Tıpkı Makarios gibi yoğun ve çok yönlü bir diplomasi trafiği ortaya koyan Anastasiadis neden Türkiye ve KKTC’nin ekonomik türbülansa girdiği böyle bir ortamda çark etsin?