Yüce Allah biz kullarını Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (sav) dili aracılığı ilme çağırmaktadır. Zira Allah Resûlü (sav) “İlim peşinde olmak her Müslümana farzdır” buyurmuşturlar. İlmi ortaya koyabilmek adına önce akıl, aklın değeri ve mahiyetini ortaya koymak gereklidir. Bu anlattıklarımın İslâm iktisadı ile alakasını belki bu yazıda değil ama Allah izin verirse bundan sonra kaleme alacağım yazılarımı okuduğunuzda idrak edeceksiniz.
Akıl insanın eşyayı idrak edebilmesi için ruhuna gönderilmiş bir ışığa benzer. Bu manâda insanın teorik bilgileri ve düşünme sistematiği ile alakalı zihinsel becerileri edinme yetkinliğini kazanmasını sağlayan doğuştan (fıtrî) yeteneğidir. Bu sayede insan mümkün şeylerin olabilirliğini, imkânsız şeylerin olamazlığının farkına varır. Aklın değerinden bahsetmeye gerek görmüyorum. Ancak Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de aklı “nur” olarak niteleyerek şöyle buyurmuştur:
“Allah göklerin ve yerin nurudur; onun ışığı bir kandile benzer ki…” (Nûr 24/35).
Bu önemden anlıyoruz ki aslında bilgiler akla sonradan girmekten ziyade onda saklıdır. Misalen yerin altında su vardır ancak bu kaynağı yüzeye yeri kazmadan çıkartamazsınız.
Yüce Allah’ın ezelden ebede kadar yaşanacak bütün şeylerin zamanını, yerini ve niteliklerini önceden bilmesi ve takdir etmesi Kader olarak ifade edilir. Rabbimizin, takdir ettiği bu şeylerin zamanı gelince onları yaratması ise kaza olarak tanımlanır. Yani Yüce Allah, olmuş ve olacak her ne varsa önceden onları bilir ve zamanı geldiğinde takdirine uygun şekilde onları yaratır.
Bu aşamada klasikleşmiş bir sorunun gelmesi muhtemel oluyor. Madem her şey Allah’ın takdir ederek yaratmasının sonucunda oluyor, o hâlde biz, kendimize yapılması emredilen şeyleri yapmadığımız, yapılmaması emredilen şeyleri de yaptığımızda neden sorumlu oluyoruz?
Bu sorunun çok basit bir cevabı var. Çünkü biz insanlar, irademizi ve isteğimizi meylettiğimiz tarafa yönlendirmek suretiyle Allah’ın takdirinin bu şekilde tecelli etmesine sebep oluyoruz. Cenab-ı Hak sınırsız ilmi doğrultusunda biz insanların kendi iradesi ve isteği doğrultusunda yapacağı işleri önceden bilir ve takdir eder. Yani biz Rabbimiz bunu bildiği için onları yapmak zorunda olmuyoruz. Zaten bizimle ilgili ne takdir ettiğini de bilmiyor, irademiz doğrultusunda yaşayarak öğreniyoruz.
Bir astronomi uzmanını düşünün. Uzman, yaptığı hesaplamaların sonucunda güneş tutulmasının tarihini önceden tespit edebiliyor. Akabinde günü geldiği zaman güneş tutulması gerçekleşiyor.
Şimdi Soruyorum size güneş, uzman, tutulma tarihi bildiği için mi tutuluyor yoksa güneş tutulacağı için mi uzman bunu önceden tespit edebiliyor. Güneş tutulacağı için uzman bunu önceden tespit edebiliyor değil mi?
İşte kader-kaza-irade sistematiğinin misali budur ve bu sistematikteki insan iradesinin kaynağı akıldır. Biz aklımızı kullanarak iyi olanı seçiyor, kötü olandan sakınıyor ve böylece ortaya bir irade koyuyoruz. Bu irademizi ve isteğimizi hangi tarafa sevk ediyorsak, tercihimizi karşı karşıya kaldığımız alternatifler arasında hangisinden yana yapıyorsak Allah da onu irade ve isteğimize göre takdir ederek yaratıyor.
Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? (Enbiyâ 21/10).