Mehmet Azimli denen öğretim görevlisi es geçilecek bir istisna değil. Çok örneği var. Akademik tafralar kuşanıp etrafa cehalet kusan kibir abideleri bu ülkede binlerce genç yetiştiriyor. Ancak sosyal medyaya düşen bazı ‘’şanslılar’’ popüler olabiliyor. Heykelleri, sahte kahramanları, politik figürleri ağır kanunî müeyyidelerle koruyan bir hukuk modelinde yaşıyoruz. Bu ithal hukuk, İslâm düşmanlarına da, sapkın bir İslâm anlayışını yaymak isteyen tiplere de, aynı konfor alanını açıyor. Topunun yolu aynı çukurda birleşiyor.

Azimli’nin Siyeri Farklı Okumak adlı kitabındaki gündem olan ifadeler, baştan aşağı bilgisizlik ve edepsizlik dolu.

Kur’an-ı Kerim’e (azimüşşan) iftiralar atıp, hadis-i şerifleri yok saymış. Ona göre, ‘’Hz. Peygamber’in(sav) soy, şeref, neseb ve asaletinden söz etmek beyhude’’ imiş. Yani boş ve gereksizmiş. Fahr-i Kâinat Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz tertemiz nesebine -haşa- fuhuş isnat edebilecek kadar haddi aşmış. Habib-i Zîşan Efendimiz’in mübarek babası Hazret-i Abdullah için rezil ifadeler kullanmakla beraber, bazı peygamber babalarının da çok aşağılık(!) olduğunu söylemiş. Mesela dipnotların birinde Hazret-i İbrahim’i (aleyhisselam) misal vermiş. Yazık, belli ki i’câz, belâgat ve fesahat kaidelerinden habersiz, yarım porsiyon Arapça bilgisiyle, boyunu aşan ithamlarda bulunmuş. Azer’i, Hazret-i İbrahim’in hakiki babası zannetmiş. Gerçi DİB ansiklopedisine bakan vasat bir Müslüman da bu yanlış düşünceye kapılacaktır. Oysa ehli sünnet âlimleri ve Arap lisanının inceliklerine vâkıf olan ehliyetli kimseler bu meseleyi de çok latif anlatmışlardır.

Teferruata inmeyelim. Neredeyse her cümlesine ayrı reddiye gerekiyor. Atıfta bulunduğu birinci el kaynakları da manipülatif bir tarzda, modernist soslara bulayarak cımbızlı ifadelerle kullanmış. Bir nevi, güya entelektüel takılarak, ‘’önemli olan iç güzellik’’ edebiyatı yapmış.

Azimli ve şürekâsının hakkından gelmeye, yalnızca, büyük âlim ve mürşid-i kâmil Seyyid Abdülhakîm Arvasî Hazreteri’nin ‘’Ebeveyn-i Rasûlullah sallalahü aleyhi ve sellem’’ risalesi dahi başlı başına yeter. Onlar için bir mana ifade etmese de hüzn-ü zan sahibi müminlere tavsiye olarak burada kalsın. Neyin ne olduğunu, mükemmel bir üslup ve harika deliller eşliğinde göreceklerdir.

Azimli gibilerin müşterek zaafı kibirdir. Foyaları ortaya çıkınca insanları geri zekalılıkla suçlarlar. ‘’Anlaşılmıyorum!’’ triplerine girerler. Cihat Kısa örneğinde olduğu gibi… Yüz binlerce hadis-i şerifi râvî ve senetleriyle beraber ezberleyen, aklî ve naklî ilimlere bütün yan kollarıyla sahip olan âlimleri kendilerinden küçük görürler. Ömrünü Müslümanlara hizmetle geçiren büyük dehaları kısır akıllarıyla eleştirip, kapasitelerini fazlasıyla aşan mevzularda ahkâm keserler.

Bu nasipsizler, kendilerini tam zıddı gibi tanıtsa da Allahü Teâla’ya ve O’nun Kitâb’ına alenen düşmanlık etmektedir.

Muhbir-i Sâdık Efendimiz’in bütün insanlar içinde her bakımdan en üstünü olduğu, Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde açıkça haber verilmiştir. Peygamber soyuna zina gibi bir düşüklüğü, asalet eksikliğini, fısk ve fücuru layık görmek, cehalet değilse şerefsizliktir.

Müslüman bir idarenin, kendisine İslâmî bir misyon yükleyen yöneticilerin bu cins faciaları hasır altı etmesi düşünülemez.

Gereken yapılmadığı takdirde, ilahiyat fakülteleri ve imam-hatip liseleri fitne yuvaları olmaktan öteye geçemeyecektir.

Her fırsatta belirttiğim gibi, mesele kişi ve müesseselerden ziyade sistemdir. Asıl problem, müfredat felaketi ve akademik personel yetiştirmekte kullanılan ithal materyallerdir. Bunlar çözülmediği takdirde, Peygamberleri ve hatta Allahü Teâla’nın hükümlerini beğenmeyen, sığ zihinlerle milyonlarca genci ifsad eden şarlatanlar; ‘’bilim insanı’’ kılıfıyla Türkiye’de akademik terör estirmeye devam edecektir.