Seçimlerin sonuçlanmasından bu yana AK Parti’ye yakın olduğu “öne sürülen” medya organlarında “temel ilkelerden” sapma yaşandığı konusunda bir dizi yazı ve haber okuyoruz. Ekranları ve gazete köşelerini zapteden birçok kişi, üstelik son derece ukala ve üstenci bir üslupla üzerimize bir dizi değerlendirmeyi boca ediyor.
Kendilerini dev aynasında gören ve çoğunluğu partinin birçok kademesinde bir dönem görev almış, belediyelerin düzenlediği konferanslarda parti sayesinde kitleyle buluşturulmuş bu kişilerin dillerine doladığı temel şey “AK Parti’nin 2002’deki fabrika ayarlarına” dönmesi. Onlara göre Cumhur İttifakı sonlandırılmalı, partinin kuruluşundaki özgürlükçü anlayışa darbe vurduğunu iddia ettikleri “tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek vatan” mottosu terk edilmeli.
Parti’nin 2010’dan bu yana yüksek sesle savunmaya başladığı, 15 Temmuz’dan itibaren ise güçlü bir şekilde kırmızı çizgileri haline gelen bu ilke ve anlayışların, kuruluşunda “hiç” var olmadığı şeklindeki iddiayı şimdilik bir kenara bırakalım. Çünkü bu iddianın da tutarlı olmadığına dair çok şey söylenebilir.
Fakat, AK Parti’nin vesayet odaklarıyla hesaplaşmayı bıraktığı, hatta teslim olduğu; bununla da yetinmeyip Kemalistleşmeye başladığı, özgürlükçü anlayışın yerine despotik bir anlayışa evrildiği iddiası ise o kadar çirkin ve manipülatif ki; sadece “ant tartışması” dahi bu sahtekar yaklaşımı çürütmeye yeter. CHP zihniyetinin ürünü ırkçı andın tekrar okutulması çabasına karşı, Cumhurbaşkanı’nın Cumhur İttifakı’nın zedelenmesi pahasına nasıl güçlü bir tavır koyduğunu unutmadık.
7 Haziran seçimlerinde AK Parti’yi HDP ya da CHP ile koalisyon yapmanın eşiğine getiren bu çevrelerin, gerçekte ilke diye bir derdi var mı?
Ya Çamlıca Camii’ne israf diyen, hatta münafıklar mescidi yakıştırması yapanlarda ilke var mıdır? Eğer ilke olsaydı, mazbatasını alıp belediyeye koşan İmamoğlu’nun kolundaki 250 bin liralık saate de bir çift laf ederlerdi. Antirikot-musakka tiyatrosu için hiç olmazsa “bu kadar ‘tragedya’ya lüzum yok” diyebilirlerdi.
Oysaki ilkesizlik bazılarının paçalarından akıyor. İçlerinde İHD, Pir Sultan Abdal, Alevi Bektaşi Federasyonu ve hatta Hak İnisiyatifi gibi bazı İslami görünümlü kuruluşlar CHP’li Bolu Belediye Başkanı’nın Suriyeli mültecilere yönelik ırkçı yaklaşımını protesto etmişler. Buraya kadar güzel. Ne de olsa seçim üstü, hazır bazı belediyeleri de hile ve maske ile kazanmışken “ırkçılık karşıtı” görünmek gerek. Öyleyse sormak lazım: Hükümet 2016’da metropollerdeki mülteci yoğunluğunu azaltmak için Kahramanmaraş’ta kurmayı hedeflediği kampa “Ellerinden kan damlayan ve böylece Cennete gideceklerini sanan cihadçı katilleri Maraş’a sokmayacağız” diyerek nefret suçu işleyenler kimlerdi? Suriyelileri “ya ölüm ya sürgün” cenderesine sokan katil bir rejime arka çıkanlar kimlerdi?
Gezi eylemlerinde polise taş attığı fotoğrafları gururla paylaşan Canan Kaftancıoğlu ile rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun yardımcısı Orhan Kavuncu’nun oğlu İyi Parti İl Başkanı Buğra Kavuncu söyler misiniz, hangi ilke etrafında buluşmuşlardır?
28 Şubat’ta bazı cemaatlerin dahi kendi yurtlarından, evlerinden başörtülü öğrencileri artık “öğrenci” sıfatını kaybettikleri için kovdukları bir dönemde, genç kızların adeta sığınağı olan TÜRGEV’e yapılan saldırılara bir bakın. Şımarık İslamcıların desteğiyle başkanlık koltuğuna oturan “bahar getiren başkanları” “aman çiçek göndermeyin ÇYDD’ye bağış” yapın buyurmuş. Hani şu ikna odalarının mucidi Türkan Saylan-Nur Serter’in derneğine.
İçinde bulundukları duruma bakmayıp, Erdoğan’a ders vermeye kalkanlar önce ağızlarına sakız yaptıkları “ilke”nin kendilerinde, muhalefette ve onların tuhaf ideolojik nikahlarında olup olmadığına baksınlar.