Sağ olsun, bürokrasinin hükümet kanadı, Türkiye’nin ekonomi alanındaki büyüme oranlarını sık sık bize hatırlatıyor.
Gayet de iyi yapıyor…
Nitekim Türkiye’nin makro-ekonomik mikyasta kat ettiği yol, insaf sahibi her vatandaş için tartışmaya kapalı.
Gezi, 17/25, 15 Temmuz derken, bilhassa son on senedir, pek çok ülkeyi toz duman edebilecek saldırılar yaşadık. Ana muhalefet, yerli ve yabancı organlarıyla beraber, sınır ötesi güçlerin Türkiye şubesi gibi çalışıyor. Sağlık kapitalizminin despot prosedürlerle işletildiği post-modern bir pandemi, üstümüzde derin izler bıraktı. Yalan ve ihanet, kuduz köpekler gibi içimize salınmış durumda. Tüm bunların yanında; sanayi ve tarım gibi kritik sahalarda yaptığımız ileri teknoloji yatırımlar, finans-kapital oligarşinin keyfini kaçırmaya devam ediyor...
Fakat günümüz şartlarında, bahsi geçen hiçbir ‘’konjonktür’’ önem taşımıyor.
Halkın büyük kısmı için vaziyet böyle.
Tekraren belirteyim:
‘’Mikro’’ kadraja girmeyen ‘’makro’’ büyümeler, hayat pahalılığını iliklerine kadar hisseden vatandaş için değersiz. Yağ kuyruğundaki adama SİHA anlatamazsınız.
Temel gıda ihtiyaçlarının ekseriyeti lüks haline geldi. Okul, kırtasiye, kitap, vs. derken insanların maarif ve kültür harcamaları ekstra masraf sınıfında artık. Emlak ve araba piyasasındaki balon fiyatlar dramatik bir hızla şişiyor. Tekstil pazarındaki oynak etiketler, ticaret hayatındaki randımanı öldürmüş durumda.
Zaten saçma bir fahişlikte olan ÖTV ve KDV’leri indirmek de çözüm değil. Kırmızı çizgisi olmayan sermaye ‘’lord’’larını vergiden muaf tutup daha zengin etmekten başka işe yaramıyor.
Asgari ücretin bir geçerliliği kalmadı. Stokçular halen akıllanmış değil. Döviz kurundaki dalgalanmaları olabilecek en ahlaksız şekilde halka yansıtan üçkâğıtçılar son derece formda.
Şuraya geleyim:
Amerika bile son kırk yılın en yüksek enflasyon tecrübesini yaşarken, Avrupalı politikacılar hunharca ‘’kıtlık’’ alarmları çalarken, Çin, Japonya, Hindistan gibi ülkeler ‘’büyük sıfırlama’’dan kallavi bir pay alırken; Türkiye’nin güllük gülistanlık olmasını beklemek elbette saçma…
Zaten hatırı sayılır bir kesim, tüm bu zorluklara rağmen davasının ve liderinin arkasında duruyor. Fakat insanlar artık hamasi konuşmaların, kuru tehditlerin, gaz alıcı nutukların yerine; sert ve keskin reaksiyonlar bekliyor.
Tedarik zincirindeki çeteleşmiş unsurlar milletin üstünde keyifle tepiniyor. Devlete ve vatandaşa alenen meydan okuyorlar. Gayelerinin sırf para olmadığını biliyoruz. İşin siyasi tarafı da var. Ama birkaç ay önce verilen komik cezaların dışında, hâlâ okkalı bir tokat atılmış değil. Faaliyet durdurma, ticaret yasağı ve hatta hapis cezası gibi katı müeyyidelerin uygulanması gerekiyor.
Ama ‘’Hesap soracağız’’ laflarını duymaktan öteye geçemedik. Kamuoyuna sızan muhtemel tedbirler de tıpkı KDV/ÖTV indirimleri gibi fonksiyonsuz. Problemi daha da kaşıyıp yarayı artıracak cinsten…
Mesele yalnızca gırtlak da değil…
Hâkim bürokrasinin halka karşı duyarsızlığı rahatsız edici seviyelere geldi.
Hal Kanunu gibi Sosyal Medya (dezenformasyon) Yasası da halen çıkartılamadı mesela.
Sokak hayvanları meselesinde bile, bunca ölüm ve sakatlık, bunca vahşet yaşanmasına rağmen; arzu edilen çapta bir genelge yayınlanamadı.
Süresiz nafaka, 6284, BM İklim Sözleşmesi mevzularını filan hiç karıştırmayayım.
Neyi bekliyorlar?
Ne yapmak istiyorlar?
Cumhurbaşkanımızın kritik noktalarda yalnız bırakıldığını, bazı bürokratik ünitelerle frekansının uyuşmadığını düşünüyorum.
Şöyle bitireyim:
Dünya on yıl öncesinde değil.
‘’Seçmen’’ skalası da öyle…
Tanımak, duymak, anlamak gerekiyor…