Bugünkü köşe yazıma, müsaadenizle hayatının büyük bir bölümünü çocuklarının rızkını kazanmak için gurbet ellerde geçiren ve ağır makine sesleri arasında ömrünü tüketen gurbetçi Ahmet amcamızın masum bir hikâyesi ile başlamak istiyorum. Ahmet amcamız; ekonomik sebeplerden dolayı memleketine tam 25 yıl boyunca dönememiş sıradan bir vatandaşımız. Memleketine, köyüne uzunca bir süredir dönemeyen Ahmet amcamızın bu dünyadaki en büyük hayali; biran önce emekli olup memleketine dönmek, acısıyla tatlısıyla çocukluğunu geçirdiği mis gibi kekik kokan dağlara, buz gibi pınarlara, yemyeşil köyüne kavuşmak imiş…

Gurbet elde çalışır iken köyüne ve doğaya olan özlemini gidermek için her bulduğu fırsatta betonların arasından kaçarak kendini parklara atar, köye ve yeşile olan özlemini gidermeye çalışırmış. Burnunun direğini sızlatan bir özlemle kuzuların meleştiği, kuşların ötüştüğü, doğup büyüdüğü yemyeşil köyüne kavuşmak için adeta gün sayarmış. En çokta köye kavuşturan o tozlu yolu, sağlı sollu salkım söğütleri, kuşların cıvıltısını özlemiş. Birde muhtarın evinin hemen yanı başındaki demir borulu çeşmeden gece gündüz kesintisiz akan buz gibi suyu, üstüne döke döke, kana kana içmeyi özlemiş…

Uzatmayayım, Ahmet amcamızın muradı yıllar sonra gerçekleşmiş ve köyüne dönmek kısmet olmuş. Lakin yirmi beş yıl sonra döndüğü köyünde gördüklerine inanamamış… Ortada ne bir tozlu yol var, nede sağ da solda söğüt ağaçları. Ortalıkta bırakın bir kuzuyu, tek bir kuş sesi bile yokmuş.! Tarlalar ise bakımsız ve bomboş… Çeşme mi? Onunda yerinde yeller esiyormuş. Gençlerin büyük bir kısmı da köyü geçim sıkıntısı ve  iş kaygısıyla terk etmek zorunda kalmış. Yaşlılar ise artık elden ayaktan kesilmişler sanki ölümü bekliyorlarmış. Anlayacağınız Ahmet amcanın köyü, Kuş uçmaz kervan geçmez bir viraneye dönmüş…

Aylar geçmiş ama Ahmet amcamız hayalinden asla vazgeçmemiş. Köyünün bu içler acısı durumunu değiştirmek için derhal kolları sıvamış ve yurtdışında kazandığı bütün parasını bu hayalini gerçekleştirmek için son kuruşuna kadar harcamaya karar vermiş. Köylülerine hayalini anlatmış, anlattıkları hemşerilerince kabul görünce hemen işe koyulmuş. Köydeki bütün köylülerde ona destek olmuşlar. Köyün girişindeki tozlu yola eskiden olduğu gibi sağlı sollu salkım söğütler ve ağaçlar dikmişler. Ortak bir çoban tutup koyunlar kuzular yetiştirmişler. Yine yolun her iki tarafındaki tarlalara başta buğday olmak üzere birçok tahıl ürünlerini ekmişler. Köyün hem girişine hem de çıkışına çok güzel iki tanede çeşme yaptırmışlar. Ağaçlar boy vermeye, buğdaylar sararmaya başlayınca köyün dört bir yanından kuş cıvıltıları gelmeye başlamış. Köyü terk eden leyleklerde dâhil bütün kuşlar köye geri dönmüşler.  Ahmet amcanın değmeyin keyfine… Ahmet amcamız hayallerine kavuşmuş kavuşmasına da lakin asıl olan bize olmuş ta haberimiz yokmuş! Niye mi, izah edeyim efendim. Hem Ahmet amcamız da az burada soluklansın…

1950’li yıllarda başlayan köylerden kentlere göç bugün itibarıyla da hızla devam etmektedir. Tarım hızla yok olur iken köylerimiz adeta viranelere dönmektedir. Bunun en önemli sebebi de işsizliktir. İstanbul, İzmir, Ankara gibi bazı büyük şehirlerimizde ise adeta nüfus patlaması yaşanmaktadır. Kent içi sınırların kalkması ve kentlerdeki nüfus yoğunlaşması kentte yaşayan herkesi birbirine yabancı hale getirerek, ahlâki kontrolü iyice zorlaştırmıştır. Bu da özellikle çocuklarda ve gençlerde davranış bozukluklarına sebep olmaktadır. Kent hayatı bildiğiniz üzere gençleri birçok açıdan kısıtlamaktadır. Gençlerin enerjilerini atabilmek için hareket etmeye, spor yapmaya temiz hava almaya ihtiyaçları vardır. Öncelikle çocukların yeterince hareket edecekleri yeşil alanlar oldukça kısıtlıdır. Gençler ister okulda, ister evde olsun dört duvar arasında zamanlarını geçirmektedirler.

Belediyeler tarafından şehirlerimizde belirli noktalarda inşa edilen park ve bahçeler insanlarımızın kaliteli ve huzurlu zaman geçirebilmeleri için yapılmıştır. İnsan odaklı bu mekânlar özelikle hafta sonları dolup taşmakta olup bizlerin ve çocukların tek nefes alabildikleri yerlerdir. Kamuya açık bu park ve bahçeler, ağaçlıklı yollar bizim için elbette sadece bir hava değişikliği anlamına gelmez, bunlar kentin ve onun sakinlerinin adeta ciğerleri durumundadır. Yine öte taraftan bu alanlar, çocukların oyun oynadığı, emeklilerimizin günde en az bir kere uğradığı dinlenme ve nefes alma yerleridir. Hepimiz doğal ve yeşil bir ortamda kendimizi daha iyi ve dinç hissederiz değil mi? Çünkü güzel bir çevre insan psikolojisi ruh sağlığı ve bunun yanında beden sağlığı üzerinde çok olumlu rol oynar. Güzel bir bahçe kıymetini bilenler için, gerçekten paha biçilmez bir nimettir. Özellikle büyük şehirlerde yaşayanlar için iyi tasarlanmış bir park ya da bahçe günün bütün stresini ve yorgunluğunu atmak için birebirdir.

Peki, bugün geldiğimiz noktada şehrimizdeki park ve bahçeleri isteğimiz doğrultusunda, amacına uygun bir şeklide kullanabiliyor ve oralarda sizce nefes alabiliyor muyuz? Elbette ki hayır… Çünkü bizim ödediğimiz vergilerle belediyeler tarafından özenle inşa edilen bu park ve bahçeler, davranış bozukluğu olan dengesiz ve sorumsuz gençler tarafından adeta talan edilmektedir. Artık bugün itibarı ile özellikle de güneş battıktan ve insanlar evlerine çekildikten sonra, sokağa çıkan ve gruplar halinde dolaşan ergenlerin buluşma mekânına dönüşen parklar, birçok edepsiz davranışın, ahlaksızlığın, küfürlü konuşmaların mekânları haline gelmiştir.

Parklardaki oturma gruplarına, oyun gruplarına ve ağaçlara zarar veren bu genç magandalar, şimdi de sprey boyalarla yazılar yazarak bu nezih mekânları hızla çirkinleştirmektedirler. İnanın buağaçları kıranları, çöpleri yerlere boca edenleri, kamelyaları ve parkeleri yerlerinden sökenleri, lambaları kırıp dökenleri, çöp bidonlarını patlatanları, kırdıkları bankları çimlerin üzerinde yakan besmelesizleri görünce, gerçekten acaba bunlar bizim çocuklarımız mı diye düşünüyorum. Belli ki bu kişiliği yırtılmış tezek yemişler için, yağlı saçlar ile geç saatlere kadar ağaçların altında alkol içmek, çimenlerin üzerinde ateş yakmak, bağırıp çağırmak artık sıradan bir durum haline gelmiş… Bu ergen magandaların yüzünden bırakın eşiniz ve çocuğunuz ile birlikte şöyle bir akşam yürüyüşü yapmayı, istem dışı işittiğiniz küfürlerden dolayı balkonunuzda bile ailenizle rahatça oturup iki bardak çay yudumlayamıyorsunuz. Asıl üzücü ve tehlikeli olan ne biliyor musunuz kıymetli dostlar? Bizim bu yakışıksız ve çirkin durumu kanıksamış olmamızdır. Hiç yaşananları sual etmiyoruz. İnanın hiçbirimizin umurunda bile değil.! Alayımız avara kasnak.! Bunu yapan magandaları bırakın uyarmayı, ya arkamıza kaykılıp görmezden geliyoruz ya da hızla oradan uzaklaşıyoruz… Devletimiz zengin nasıl olsa, yeniden yaptırır… Hem zaten bunları takip etmek, onarmak, olmadı baştan yenilemek belediyelerimizin birinci vazifesi değil mi?

Kıymetli dostlar bilesiniz ki yaşamak ciddi bir iştir. Hepimiz aynı ülkede yaşıyor ve aynı havayı soluyoruz. Ve bu çirkin gidişe artık topyekûn dur demenin ve hakikate değmenin zamanı çoktan gelmiş ve geçmiştir. Bu aşamada parkların ve bahçelerin belli bir düzen ve kural çerçevesinde korunması için yıllardır çok ciddi yaptırımlar uygulayan New York Belediyesi’ni örnek almakta fayda olduğunu düşünüyorum. Mesela, New York’ta tüm parklarda sigara içmek, alkol almak, uyuşturucu kullanmak, mangal yapmak, başkalarının bireysel özgürlüklerine zarar verecek herhangi bir aktivitede bulunmak kati suretle yasaktır. Bu genel kuralların yanı sıra, her bir parkın ayrıca kendine has kuralları bulunmaktadır. Örneğin; belirlenen yollar dışında bisiklete binmek, belirlenen alanlar dışında evcil hayvan dolaştırmak, yüksek sesli müzik dinlemek, ortalığa maytap, havai fişek atmak, çevreyi rahatsız edecek düzeyde konuşmak gürültü yapmak gibi… Kurallara uymayanlar New York mahkemelerinde yargılanarak 90 güne kadar hapis veya 1000 dolara kadar para cezasına çarptırılıyorlar.

Ceza elbette çözüm değildir. Eğitim öncelikli vazifemizdir. Lakin sanırım öncelikli olarak bizlere, yani sosyologlara burada çok büyük işler düşmektedir. Sanırım olaya buradan bakmakta ve başlamakta fayda vardır. İnsanlar doğduğu günden beri alması gereken sevgiyi zamanında veya hiç alamamışsa ve kötü örnekleri de kendine rehber edinmişse, şiddet davranışları o ergenin ileride temel dinamiği olmaktadır. Saldırganlaşma davranış bozukluğunu gösteren gençler, freni patlamış bir araba gibi bütün kuralları yıkmaya, bütün sınırları zorlamaya çalışırlar.

Çevresel faktörler, uyku yoksunluğu ve yetiştirilme ortamları ergenin saldırgan olup olmamasında önemlidir. Şiddet yaşanan bir ailede büyüyen çocuğun, ileride aşırı saldırgan bir karaktere sahip olması çok büyük bir ihtimaldir. Gençler aile ortamında, televizyon ve internette şiddet içeren sahnelere şahit olurlarsa ilerde çok saldırgan bireyler olabilirler. Bu nedenle ailelerin bu konuda daha hassas olmaları gerekmektedir. Saldırganlığı tetikleyen bir başka faktör ise; gençlere verilen yanlış ve abartılı cezalardır. Gençlere yaptığı yanlış davranışa karşılık olarak veya sizin istemediğiniz bir şey yaptığında yanlış ceza veriyor olmanız ileride saldırgan davranışlarını sergilemesine neden olabilir.

Mevzuyu uzattığımın farkındayım lakin Ahmet amcamızın köyüne, yeşile, doğaya olan sevgisi bizi ta nerelere sürükledi…  Ez cümle demem o ki, umutlarımızı asla hadım etmeyelim etmesine de dua edelimde Ahmet amcamız köyünden sıkılıp ta zinhar şehirlerdeki park ve bahçelerimize  gelmesin.! Yoksa bizlere şöyle okkalı ve ağdalı bir laf ederde Allah korusun hepimiz yerimizden kalkamaz oluruz…

Allah’a emanet…