Evladınızı düşünün.
Onu korumak için neler yapmazdınız ki?
Gözünüz kadar sakınır, gerekirse canınızı dahi adardınız uğruna, değil mi?
Hiç şüphesiz!
Ancak bazen aile içi saadet de yetmeyebiliyor, onu sağlıklı büyütebilmek için.
Çevre faktörü de önemlidir.
Siz, ne kadar özenli olursanız olun, ne kadar iyi korursanız koruyun ve ne kadar iyi yetiştirirseniz yetiştirin, bulunduğunuz çevre, evladınızın geleceğini tehdit ediyorsa, o tehdidi mecburi olarak bertaraf etmeniz gerekebilir.
İşte Afrin meselesi de Türkiye için böyledir, değerli okurlar.
Düşman, tüm imkânlarıyla kapımıza kadar gelmiş ve varlığımızı ciddi derecede tehdit etmeye başlamışsa içe kapanmanın, vurdumduymaz olmanın bir etiği kalmaz, gereken yapılır.
Hani, bazı liboşlar “orası Suriye’nin iç meselesi, ne işimiz var, biz karışmayalım, boş verelim, zaten karşımızda devasa güçler var, yenemeyiz” gibi söylemlerle kafa bulandırmaya çalışıyorlar ya…
Önemli olan da zaten, o devasa güçlere adamakıllı “sen burada ne arıyorsun” diyebilmek, yeri geldiğinde anladıkları dilden konuşmak değil de, nedir?
Elbette karışacağız ve elbette oluşabilecek herhangi bir terör saldırısına karşı ülkemizi, içte ve dışta müdafaa edeceğiz!
Bu, bizim en doğal hakkımız ve milli meselemizdir, kapalı olamayız!
Ancak gel gelelim ülkemizde, kendilerini entelektüel sınıfına mal eden bazı “aydın” tipler, ülkesinin ve askerinin yanında olmak yerine, karşı tandansın yanında olmayı kendilerine görev biliyorlar ve daha da kahredicisi, bundan büyük şeref duyuyorlar!
Geçmişten bugüne mevzubahis durum, bizim kanayan yaramızdır.
Tıpkı, üstat Cemil Meriç’in de buyurduğu gibi;
“1908 yılından beri Türk aydınlarımız memleketi batırmış ve hepsi ‘Türk’ olmaktan utanmışlardır. Millet, kendi aydınlarıyla millettir. Kendisinden utanan bir intelijansiya (aydın kitlesi), ne getirebilir? Müslüman değildir, Türk değildir.”
Hıh! İşte mesele, günümüzde de böyle, gram şaşmadı.
Bazılarının “aydın” diye tanımladığı, benim de “Kaymak tabaka” diye addettiğim malum bir sınıf var ülkemizde.
Kim olduklarını aşağı-yukarı biliyorsunuz.
Öyle ki bu tabaka, devlete ait olan hiçbir şeyi benimsemezler!
Hiçbir zaman milli menfaatlerle bağdaşmaz, hep mesafeli dururlar.
Bizden olmayan unsurlara hastalık derecesinde hayranlık duyarlar da, bizden olana durmadan çelme takarlar.
Ruhen muhalefettirler.
İlginç, değil mi?
Hastalıklı bir zihniyetle uğraşıyoruz yani.
Hadi bunlarla da kalsalar, iyi…
Ve aynı gruplar maalesef, bu devletin polisini sevmez, taşlarlar.
Askerini sevmez, düşmanını alkışlarlar, yetmedi, birer kurşun daha sıkarlar;
insanını sevmez, hakir görürler ama her yaz maaşallah, bu ülkenin Bodrumunda, Antalyasında, şurasında burasında keyif çatmaktan geri durmazlar.
Ve utanmadan, “demokrasiden” bahsedip caka satarlar!
Halka tepeden bakarlar, dilinden anlamazlar.
Dinine söverler, Müslümanlıktan gem vururlar.
Vatansever siyasilere dil uzatırlar, devlet çıkarına en ufak faydaları olmaz.
“Ağaç” derler, bir dikili fideleri dahi yoktur.
“Toprak” derler, ilk onlar ihanet ederler.
Ama gel gelelim hepsi elittirler, moderndirler, alanlarında müdavimdirler.
Geriye kalan herkes cahil, lümpen, beceriksiz ve beyinsiz.
Bugün, Zeytin Dalı harekâtına muhalefet etmeseydiler, vallahi şaşardık!
Yani şöyle bi’ düşünürdük; n’oluyor yahu, nerede hata yaptık ki bunlar, devletini destekler konumdalar falan… Allah Allah?
Elbette yanımızda değiller çünkü onlara göre, “siviller ölüyor!”
Hep aynı söylemler, dikkat edin! “Siviller, siviller, siviller”…
Çok merak ediyorum, bir kere bile ziyaretine gitmişler midir, o sivillerin?
Bir kere bile dertlerine derman olmuşlar mıdır, yörenin halkı olup da, gerçekten terörden bezmiş masum insanların…
Hadi, geçtim Afrin’i…
Şurada, bir kere dahi güneydoğuda yaşayan, terörden dolayı evini, yurdunu terk etmek zorunda kalan temiz, yüreği güzel, devletini seven Müslüman Kürt kardeşlerimizin hangi yarasını sarmışlardır?
Bunların hümanizması dillerinde, yüreklerinde değil!
Maksat, muhalefet ya…
“Siviller ölüyor”.
E iyi de, azıcık mantığını kullanan insan, şerefli Türk ordusunun bir sivile asla dokunmayacağını bilir!
Çünkü ne tarihimizde, ne de dinimizde, masum insanların malına, canına ve namusuna dokunmak yer almamıştır.
Biz, elhamdülillah, geçmişi altın harflerle yazılı, tertemiz bir milletiz.
Ve öyle de kalacağız inşallah!
Hadi gelin, bugünkü yazımızı da, geleneksel hale getirdiğim üzere, bir dörtlükle kapatayım.
Yahya Kemal’e ait bir dörtlükle;
Şu kopan fırtına, Türk ordusudur ya rabbi!
Senin uğrunda ölen ordu, budur ya rabbi!
Ta ki, yükselsin ezanlarla müeyyed namın!
Galip et! Çünkü bu, son ordusudur İslam’ın.