Siz şuanda hasta olur muyum korkusuyla gittiğiniz; ofiste, tekstil atölyesinde, AVM’de ya da şehir içerisinde kısa mesafeyi uzun sürelerde giden toplu taşıma aracında bu yazıyı okurken ben de bir Pazar sabahı sokağa çıkmam yasak olduğu için bu yazıyı evimde kaleme alıyorum. Bu cümleyi okuduktan sonra hayat ne garip diyor insan. Garip bir film ve garip meseleden bahsetmek için zemin uygun.
Pandemiden dolayı evlerde daha fazla kalıp film izlediğimiz günleri yaşıyoruz. İşte bu günlerin içerisinde Netflix’te Ezel Akay’ın filmi (reklamları dizi gibi algılasak da) çıktı. Haluk Bilginer ve Demet Akbağ da başrolde diye duyunca heyecanlandık tabi ki. Hayat biçim değiştirdi. Önceden salona sırayla girerken şimdi destursuzca açıyoruz filmi dijitalden.
‘Neredesin Firuze’ ve ‘Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?’ filmlerini izleyen biri olarak Ezel Akay’ın hayal gücünü ve meseleyi sunuş biçiminin ‘farklı’ oluşunu seviyorum. Fakat 9 Kere Leyla filminde var olan bir takım eksiklikler ve yoruculuklar “Ah be böyle olmasaydı” dedirtiyor.
9 Kere Leyla filminde, bir erkeğin eril düşünce yapısının ve arzusunun tahammülsüz bir hal aldığı ve izleyenlerin de bir zaman sonra kanıksamadığı bir atmosfere giriyoruz. Fakat absürt bir komedi ortaya koyarken kavramları ve biçimleri ters düz etmenin sınırı yok mu diye sormadan edemiyoruz. Erkek olmak hastalık olarak adlandırılıyor, feminen bir bakış açısı sunulmaya çalışılıyor ama filmi yönetmenin kafasının içerisinde izlemeyen biri için kadınlara yönelik bir komplo bu film!
Bir açıdan baktığınız zaman renk uyumu ve mekan olarak özenle seçildiği anlaşılan film çok sert eleştiriler sunuyor ve rahatsız edici bir masalsılık da içeriyor diyebiliriz. Fakat filmin en büyük sorunsalı herkes için yapılmamış olması belki de… Birçoğumuz göz yoran bir film olarak tanımlayacağız. Birçok sinemaseverin de “biz Kış Uykusu’nda dakikalarca bir odanın içerisinde Haluk Bilginer ve Demet Akbağ’ı izledik ama hiç sıkılmadık neden böyle oldu” dediklerini de duyar gibiyim.
Filmin sonuna kadar gelebilenler filmin kadınlar için yapıldığını anlayabilirler. Son zamanlarda çokça denk geldiğimiz kadınlara yönelik taciz, tecavüz ve cinayet vakalarını düşünecek olursak bu denli sert işlere ihtiyaç var diyebilirim. Fakat bu işin bir tiyatro sahnesinde aynı oyuncularla oynanmış olması da bizi mest ederdi. Bu filmi tiyatro sahnesinde bir müzikal olarak hayal ettik!
Edepsiz edebiyat olur mu?
Son zamanlarda bazı edebiyatçıların isimlerini taciz vakalarında duyuyoruz. Bazı edebiyatçılar kuru bir özürle geçiştiriyor bazıları da sert bir şekilde kendi cezalarını kesiyor. Kulağıma o kadar isim geliyor ve birçok kadından öyle şeyler duyuyorum ki biz nasıl bir çukurun içerisinde yüzüyoruz diyorum günlerdir kendime. Öncelikle şimdi söyleyeceğim cümleden sonra ‘eril’ ve empatiden yoksun bulunabilirim ama söylemek durumundayım. Ne olur sosyal medyada ya da sosyal hayatta taciz edilen kadınlar hukuka başvursunlar. Bu gizlenmek durumunda kalanları da cesaretlendirir. Fakat sosyal medyadan ceza kesme işi yaraya merhem olmayacağı gibi yarayı derinleştirecektir.
Bu vakaların edebiyat camiasında kümelenmesi de çok rahatsız edici. Edebiyat camiasının içerisinde ahlaksızlık yapanlar özellikle edebiyatçılar arasında bilinmeli. Atalarımızın yaptığı gibi pabuçları dama atılmalı. Edebiyat kelimesinin kökü Arapça “edb” yani “âdâb” ve “edeb”den geliyor. Herkes bu kelimelerin köküne sahip olmadan bu kapıdan girilmemesi gerektiğini bilmeli. Tüm yayınevlerini de çalıştay yapmaya ve dürüst olmaya davet ediyorum.