28 Şubat denilince akla ilk gelen isim, Salih Mirzabeyoğlu.
Bir Müslümana yaraşır tavır ve duruş ile 48 yaşındayken, 28 Şubat’ın zindanlarıyla tanıştı. Çıktığında 64 yaşındaydı.
Hapisteki günlerinin neredeyse tamamında aralıksız olarak hem maddi ve hem de manevi işkencelere tabi tutuldu. Nice ölüm tehlikeleri atlattı. 28 Şubat’ın bütün zulmünü yaşadı.
Tahliye olduğu gün tam bir tevekkül abidesiydi;
“Ben hayatımın bir kayıp devresi olarak görmüyorum 15 seneyi. Bana zehir yedirdiler ben onu bala çevirdim. Bundan dolayı yaşamayı fikir, fikri yaşamak diye bilen bir insan olarak bu devreyi de bu şekilde verimli geçirdim. Bu yönden kayıp olarak görmüyorum. Bizi uçurumdan attılar biz yere sağlam indik. Paraşütü icat etmiş olarak indik”
Çıktıktan dört ay sonra İstanbul’da hınca hınç dolu salonda Adalet Mutlak’a başlıklı bir konferans verdi.
Onu görmeye gelenlere adam görmek ile adam görmek arasındaki farkı gösterdi.
Asıl görülmeye değer olan ise fikri bütünlük içinde, konuşması boyunca Bütün Fikre araladığı kapıydı. O salonda ben de vardım.
Mirzabeyoğlu salona “Birbirimizin gözünü oymaya gelmedik dünyaya” diye seslendi ve sordu; “Çatışanlar çatışıyor, çatışmayanlar ne yapıyor”
Silahlar sustuğu zaman konuşacak bir şeyi kalmayanları, “bir ideolocyan, yani konuşacak bir fikrin yoksa kâinatı bir bütün olarak izah edemezsin” diye uyardı ve devam etti;
“Hangi davadan olursan ol. Kendini derinliğine izah etmek zorundasın. İnsandan çıkan her şeyin insanı ilgilendiren bir tarafı vardır. Ya kâinatı bir bütün olarak izah edeceksin ya da neden izah edilemeyeceğini izah edeceksin. Ondan sonra toplumu, ondan sonra tek tek insanı izah edeceksin.Yani insan ve toplum meselelerinin halli davasında bir külli fikrin olacak.Buna dair ölçülerinin olduğu yerde herkes için kendisine dair tekâmül edilecek taraf belirtilmiş demektir. Ondan sonra şu fikirlerden hangisi doğru, hangisi yanlış bir karşılaştırması olacak”
“Yeni Dünya Düzeni kurulacaksa buradan başlamalıdır” diyerek, merkeze Başyücelik Devleti’ni koydu ve Amerika’nın bombalar eşliğinde demokrasi ithal eden ‘Yeni Dünya Düzeni’ni elinin tersiyle itti; Fikir Çağının başlangıcını yani gerçek Yeni Dünya Düzeni’nin bu salonda, İstanbul’da ve Türkiye’den başladığını ilan ve ihtar etti.
Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının teknolojiye bir ruh aramak için yapıldığını hatırlattı ve bunun başarılı olamadığını söyledi.
Bu başarısızlık sebebiyle ki, Batıda bir Uzakdoğu dinler akımının başladığını, Batının Uzakdoğu dinlerinde aradığının teknoloji sayesinde şekle ve kalıba büründüğünü, belki de teknolojiyi bu akımların ileri fırlattığını söyledi.
Ve İslam’ın genç mütefekkirlerine şöyle seslendi;
“Teknoloji, Şamanlık’taki hareketlerin, İslam’daki küçük keramet denilen hadiselerin yerini almış durumdadır. Teknolojinin zaferi gibi empoze edilmeye çalışılan şey ruhun intikamı, zaferidir. Burada İslam için bir şans doğuyor ve gerçek ruhçuluğa yer açılmış oluyor. Sahteyi teknoloji kaldırdı, buyurun ne yapacaksanız gösterin”