Her devlet küresel sistemde kendine güvenli bir yer edinmek için yoğun bir çaba harcar. Bu bağlamda devletler için uluslararası ilişkilerin çıkara dayalı karmaşık yapısı içerisinde, kurulu politik düzeni etkileyebilecek güç unsurlarına sahip olmak çok önemlidir. Fakat yalnızca güç unsurlarına sahip olmak tek başına yeterli değildir. Aynı zamanda onları sevk ve idare edebilecek kudret de gerekiyor.
Bu çerçevede etkin bir ekonomik kapasite, askeri caydırıcılık ve siyasi baskı gücü, belirleyici faktörler olarak kendini göstermektedir. Her ne kadar kâğıt üstünde devletlerin eşit egemen siyasi varlıklar olduğu kabul edilse de pratikte durumun böyle olmadığı iyi biliniyor. Dolayısıyla görece zayıf bir devletin kendi güç unsurlarını tek başına yönetmesi ve onlar üzerinde iradi tasarruflarda bulunmaya kalkışması pek olası değildir. Petrol konusu bu hususa iyi bir örnektir.
Bu bakış açısından Doğu Akdeniz’deki doğalgaz meselesine ve Güney Kıbrıs’ın ekonomik, siyasi ve askeri gücüne bakıldığında, Rum tarafının tüm bu ağır süreci tek başına yönetemeyecek bir aktör olduğu hemen fark edilir. Rum uzmanların veya onları destekleyen diğer analistlerin iddia ettiği gibi, Güney Kıbrıs Doğu Akdeniz’de doğalgaz rezervlerinden dolayı kilit bir role sahip, anahtar bir ülke değildir. Bugün Güney Kıbrıs’ı popüler kılan ABD’nin desteğiyle İsrail ve Mısır ile geliştirmeye çalıştığı olağan dışı ama bir o kadar kırılgan, hassas siyasi ilişkidir.
Bu ilişkinin Güney Kıbrıs’ın çıkarlarına hizmet etmediği, pek gündeme gelmese de adanın güneyinde sıklıkla tartışılan bir konudur. Bu tartışmaları üç maddede toplamak mümkündür. Birincisi: Doğalgaz meselesi adayı iki devletli bir yapıya yani kalıcı taksime götürüyor. İkincisi: Doğalgazdan kaynaklanacak ekonomik menfaatin, oluşacak siyasi tahribatı karşılayamayacağı. Son olarak üçüncüsü: Enerji güvenliği bahanesiyle Kıbrıs’ın Siyonist ve evanjelist siyasete kurban gideceği.
Kapsamlı bir açıdan konu ele alındığında, doğalgaz kaynaklarının coğrafi konum, enerji altyapısı ve rezerv hacmi gibi temel parametreler ışığında en çok Mısır’a ardından İsrail’e fayda sağlayacağı uzmanların ortak görüşüdür. Dolayısıyla Asya-Afrika-Avrupa eksenli projelerde Güney Kıbrıs’a düşen rol, büyük ölçüde, merkezden ziyade çevre statüsü olacaktır. O nedenle doğalgaza bağlı bir şekilde ortaya çıkacak refah, güvenlik, barış ve istikrardan Rum tarafının ne ölçüde fayda sağlayacağı ciddi bir merak konusudur.
Yukarıdaki üç iddiaya kulak verildiğinde, tartışmaların odağında enerji güvenliği maskesi altında uzun vadede Kıbrıs’ın siyasi, dini ve toplumsal yapısını dönüştürme fikri olduğu anlaşılıyor. Diğer bir ifadeyle doğalgaz konusu ve buna bağlı diğer tüm girişimler, doğruların ve hakikatlerin üzerini örten bir perde olarak takdim ediliyor. Bu bağlamda İngiltere, ABD ve İsrail’in adadaki evanjelist hareketleri ve dinlerarası diyalog projelerini desteklemesi, Rusya’nın buna karşı bir hamle olarak Ortodoks hareketlere arka çıkması, ileri sürülen argümanlar arasında yer alıyor. Sözün özü, şimdiden bazı Rum aydınlar, doğalgaz meselesinin ardında başka hesaplar olabilir mi sorusunu sormaya başladılar. Bakalım tartışmaların ucu nereye varacak ve zaman kimi haklı çıkaracak!