Birinci Dünya Savaşı sonrası ithal ya da yerli görünümlü kişilikler, ideolojiler ve suni sınırlarla tarumar edilen Müslüman coğrafyası ve milleti büyük bir acziyet ve zillet içerisinde debeleniyor. Kadim kentleri, değerleri çiğneniyor ancak Müslüman devletler ve milleti izlemekle yetiniyor. İlk kıblemiz olan Mescid-i Aksa ve kadim Kudüs, barbar, haydut devlet ABD ve Siyonların tek taraflı tasarruflarıyla Müslümanların ellerinden alınmak isteniyor. Acziyet ve zillet içerisinde gördükleri Müslümanların bu durumunu fırsat bilip pervasızca, fütursuzca kararlar alarak, kendilerince inandıkları “arz-ı mev’ud”a bir an önce ulaşmak istiyorlar.
Şükür ki bu acziyet ve zillet halinin geçici olduğunu, olabileceğini gösteren bir noktaya geldik. Geçtiğimiz hafta İslam İşbirliği Teşkilatı şahsında tarihi bir toplantıya ve karara şahitlik ettik. Bu karar, Müslüman devletlerin ve milletinin gerek birbirleriyle, gerekse de sair devlet ve milletlerle ilişkilerinde yeni bir zemin oluşturacak niteliktedir.
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın İstanbul’daki toplantısında ortaya çıkan “Doğu Kudüs” kararı, çıtanın en alt seviyesi, asgarisidir. “Doğu Kudüs” tanımı, “Çekimser” ve/veya Batı(l) devletlerin kuklası haline gelen “Arap liderler”in desteğini temin etmek için de düşünülmüş olabilir. Bu çıta, onları (sosyolojilerinin baskısıyla) desteğe zorlayabilir. Bu yönüyle doğru bir hamle olmakla birlikte, çıtayı en üst seviyede tutup, karşı tarafın geliştireceği hamleye göre karşılıklı verilecek tavizler neticesinde hedefin azami seviyesine ulaşmak da hedeflenebilirdi. Ancak bu da “Çekimser” ve/veya Batı(l) devletlerin kuklası haline gelen “Arap liderler”in desteğini zora sokardı. Çıtanın, üst seviyede tutul(a)mamış olması, Batı(l) kuklası “Arap liderler”in olası ve muhtemel tutumları neticesinde olduğu yüksek ihtimaldir. Düşünün ki Arap dünyasının en güçlü iki ayağı olarak bilinen Suudi ile Mısır, üst düzey bir temsiliyete cesaret edemedi.
Hal böyleyken, “Doğu Kudüs” bir kazanım, bir başarıdır. “Doğu Kudüs” kararıyla, İslam İşbirliği Teşkilatı, sembolik bir örgüt hüviyetinden sıyrılıp tarihinde belki de ilk defa eylemsel bir karar alabilme noktasına gelmiştir. Bu kararda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hususi gayreti ve Kudüs, Filistin özelinde ortaya koyduğu irade takdire şayandır. Erdoğan’ın üstün çaba ve gayretleri olmasaydı, toplantının karar metninde “kınama” veya “endişe” belirtmekten öteye bir milim öteye gidilemezdi. Şu da unutulmasın. Alınan bu “Doğu Kudüs” kararı, kısa vadeli bir karar değil. Uzun vadeli bir stratejinin anahtarı, ilk basamağı mahiyetindedir. Bu bir süreçtir. Eğer Müslüman devletler ve milleti, vahdet ve ittifaklarını tam ikame ve tahkim edebilirlerse, uzun vadede netice çok daha verimli ve hayrlı olacaktır.
Karar sonrası ABD ve Siyonlar, Suudi, BAE, Mısır ve diğer “küsur ülkeler”i yanına alarak Arap âlemi ile Türkiye arasındaki (özellikle de Erdoğan döneminde oluşan) sıcak içtimai ilişkileri sabote etme, Müslümanları karşı karşıya getirme niyetinde. Batı(l) kuklası “Arap liderler”in tutumlarına baktığımızda bu durumun gerçekleşmesi zor değil. Öncelikli planları, Irak ve Suriye platformunda Türkiye ile İran’ı birbirine çarptırmaktı. Ancak Erdoğan’ın feraseti ve siyasi dehası sayesinde bu planları suya düştü. Böyle olunca “B planı” sayılabilecek Suudi ile İran’ı birbiriyle fiili bir savaşa sokma yolunu deneyecekler. Suudi’nin, buna dünden razı tavrı var. İran da bu “gel gel”e icabet etmek için iştahlı olduğunu gösterirse, 2013’te dile getirdiğim “kahve fallarına baktım; üç vakte kadar İsrail-ABD-İran nikâh masasına oturacak!” tezim haklılık kazanmış olacak. Coğrafyamız ve Müslümanların huzur ve geleceği için yükün ekseriyeti bundan sonra da Türkiye ve Erdoğan’ın omuzlarında, Allah yardımcımız olsun.
Ressam Bob, “Şuraya da tasmaları ABD ve Siyonların elinde olan birkaç ‘kral’ çizelim” demiş midir?