Ses yok, mimik yok… Kısaltılmış kelimeler, his belirtici emojiler, copy/pass tekrarlarla dolu bir iletişim biçimi bileni, bilmeyeni cenderesi içine almış durumda.

Cendere diyorum çünkü kutlama mesajlarının tekrarından, sorduğumuz sorulara aldığımız kısa cevaplardan her birimizin, bir vakit ruhu daralmış içi sıkılmıştır diye düşünüyorum.

Dostlarımızın sesine hasret kalır olduk. “Naber” anlamına gelen “WhatsApp”’ı hayatımızın vazgeçilmezi kıldığımızdan beridir, pratik ancak hissiz, hızlı fakat ihlassız hatırlaşmaları iletişimden saydık…

Açıkçası ben, yüz yüze geldiğim hiçbir yakınıma, dostuma, arkadaşıma, büyüğüme, küçüğüme “naber” şeklinde bir soru yöneltmiyorum. Eminim, gözleri bu satırlara temas eden pek çok kişi de yöneltmiyordur.

Çünkü, hatır sormanın kefareti vardır. Çünkü “nasılsın” sorumuza aldığımız cevap kederli ise kedere teselli olmak, çare bulmak mü’minin şiarıdır.

Göz bebeklerine dokunmalı, sesindeki kırılganlığı okumalı, derdin emojilerle değil, kalbimizdeki ihlas ile ölçmeli ki, “İnnemel mü’minune ıhvetün” ayeti kerimesindeki kardeşlik makamı aramızda korunabilsin.

“WhatsApp”’ın bir başka mahareti de, birbirini gıyaben tanıyan, ortak tanışlar aracılığı ile eklendiğimiz gruplara dahil olarak reaktif sosyalleşme imkanı sağlaması. Yanı başımızdakilere ayıracağımız zamanı, başımızı hiç kaldırmadan okuduğumuz, paylaşılanlara cevap yetiştirdiğimiz bu grupların çaldığı zamanın vebali ayrı bir mesele…

Özellikle anne ve babalar çocuklarına, beyler hanımlarına ayırması gereken zamandan çalıyor. “Dur yavrum”, “Bir dakika hanım” uyarılarıyla iletişimde öncelik hakkı grup paylaşımlarını okumak ya da paylaşılana cevap yazmakla takas ediliyor.

Evlerimizde oturduğumuz yerden sosyalleşme imkânı sağlayan “WhatsApp” uygulaması, evlerimizde her birimizin kendi köşesine çekildiği bir yalnızlığın ateşine odun taşıyor.

Çocuklar telefonla babası arasına girmek için şirinlik yapıyor, sitem ediyor. Hanımlar küsüp darılıyor yahut misillemeye yelteniyor. Fakat nafile…

Necip Fazıl’ın Zindandan Mehmet’e mektup şiirinde iki dize vardır; “Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu/ İplik ki incecik örer boşluğu”… Zamanın ve yalnızlığın habercisi gibi gelir bana bu iki mısra… Ve başlar telefonlara eğildiğinde, kalbimiz ve aklımızla da gömüldüğümüz anların izahını bulurum. Tütsülenmiş, efsunlanmış gibi bize baş eğdiren kitle iletişim araçları ve teknoloji sessiz ve ip incecik ilmeklerle bizlere birer yalnızlık hırkası örüyor.

Yanı başımızdakilerin gözlerine biriken siteme alışıyor, uyarıları ile yüzgöz oluyor ve sonra kanıksanmış bir hastalığı savunmaya başlıyoruz.

Başkaları için gözlerimiz yaşarırken, uzak diyarlar için “WhatsApp” gruplarında yardım toplarken, evimizin içindeki güzelliklere, kalplere, akıllara, özlemelere, ilgisizliğe, kederlere, sevdalara, şefkate köreliyoruz.

Mesela sevdiklerimizin gözlerine kalbimizin sesiyle bakacağımız zamanları “WhatsApp” gruplarından akan görselleri silmeye ayırıyoruz.

Güzel çiçekler, mumlar, kitaplar, süslü zeminler üzerine yazılmış “Hayırlı cumalar…” kutlamasını her gruptan alır, telefon hafızasını temizlerken, farklı grup yahut kişilerden gelmiş aynı renk, yanı biçimde kutlama fotoğraflarını silerken yüzümüzü ekşitmiyor muyuz? Samimiyetle itiraf etmeliyim ki ben ekşitiyorum. Çünkü Cuma halden haberdar olmanın gereğidir. Çünkü ben dostumun benim için özel bir cümle kurmasını dileyenlerdenim. Çünkü ben ezberlenmiş adımların “hiç” hükmünde görünmez bir tortudan ibaret olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben, aynı görseli her hafta 30 kere görmeyi israftan sayıyorum ve açıkça belirtmeliyim sürmenaj olmaktan korkuyorum.

Bu tür gruplarda konuştuğumuz, paylaştığımız, eleştirdiğimiz kadar ne eyliyoruz, ne yapıyoruz sorusunun cevabını hayatta bulamayınca, Akif’in dipdiri meyyit (yaşayan ölü) dediği ve “His yok, hareket yok, acı yok leş mi kesildin?/ Hayret veriyorsun bana sen böyle değildin!” dizelerini hatırlatıyor.

Dosta varmak gayret ister, avucumuzun içine aldığımızın kadrini pek bilmeyiz. Öyleyse gayrete düşüp Hakiki dost Allah’a ve fani dünyanın tesellisi dostlarımıza adım adım giderek varalım. Onlar da öyle gelsin ihlasla ağırlayalım.