Bir ülke, iktisadi büyümeyi gerçekleştirmek için ya mal-hizmet üretimini arttırmalı, ya da ürettiği mal ve hizmetlerin maliyetini düşürmelidir. Gerek üretimi arttırmak, gerekse de maliyetleri düşürmek için en çok başvurduğumuz kavramlardan biri de verimliliktir.

Kavramı sadece iktisadi büyüme için değil, bütüncül bir büyümenin temel taşı olarak görmek durumundayız. Çünkü kültürel ve sosyal büyüme için de aynı bakış açısı geçerlidir. Küçük bir çocukken, annemiz bizleri okula uğurlarken kulağımıza küpe olsun kabilinden en çok tekrarladığı öğütlerden birisi de bununla ilgiliydi: “İktisatlı ol, paranı çar-çur etme!”

Eldeki paranı gereksiz yere harcama demek istediğini düşünürdüm. Ne kadar bu söze uydum bilmiyorum ama bu uyarının zamanla verimlilik kavramı ile ilişkilendirebileceğimi tahmin etmezdim. Uyarının benzeri ile her Türk genci, ancak 20 yaşında askere gittiğinde kesinkes karşılaşıyordu: “Lüzumsuzsa söndür!”. Karşılaştığımız olaylardan anlaşılıyor ki, o lambalar söndürülmemiş.

Ünlü iktisat tarihçisi Şevket Pamuk da, Osmanlı’nın neden sanayi devrimine giden süreci başlatamadığının nedenini Osmanlı’da “verimlilik” kavramının olmayışına bağlar. Bu ne kadar doğru bir cevaptır bilmiyorum. Osmanlı’da bu kavrama karşılık en yakın anlamlı kavram “semere” gibi duruyor olsa da, tam olarak verimliliği karşılamadığı da bir gerçek. Çünkü semere, ürün veya hasat anlamına geliyor. Oysa verimliliği geliri arttırıcı ve/veya maliyetleri düşürücü teknolojik iyileştirmeler olarak tanımladığımızda semereyi karşılamadığı aşikâr.

Buna göre Pamuk’un açıklamaları makul görünmektedir. Fiyat kontrolünün devlet elinde olduğu (narh) Osmanlı’da verimlilik yoksunluğu, sermaye biriktirememenin de açıklaması oluyor. Eskisi olmayanın yenisi de olmaz, diye deyimlenen zihniyetin gereği maddeye karşı bu mesafeli duruş, bugün kurumların tercihlerinde verimliliği dikkate almayışın en büyük nedeni gözükmektedir.

Her seçim döneminde defalarca yapılan yol/kaldırım sarmalından çıkamayışımızı, verimlilik kavramının zihnimizde olmayışından kaynaklandığını düşünüyorum. Oysa Hz. Muhammed’in (S.A.V.) verimlilik tanımının zirvesi sayılabilecek “İki günü birbirine eşit olan zarardadır.” sözü gün gibi ortadayken kavramla ve/veya anlayışla bu kadar mesafeli oluşumuzun başka bir açıklaması olsa gerek. O açıklamayı başka bir yazıya bırakalım. Kavramın yoksunluğunu, dinden özellikle İslam’dan kaynaklanmadığını tekraren ifade edelim.

Hatta bir adım daha ileri gidelim. İki günü eşit olanın ziyanda oluşunu hem hadis-i şerif hem de verimlilik tanımları söylediğine göre, verimliliğin aynı zamanda sünnet olduğunu söylesek, çok mu ileri gitmiş oluruz? Sanmıyorum. Öyleyse, bizi sadece çalışmak kurtarmayacak, aynı zamanda yaptığımız işin dünden daha az maliyetli, dünden nitelik/nicelik açısından daha kaliteli olmasını da gözetmek zorunda olduğumuzu bileceğiz. Ve verimli olunmasını en çok da dindarlardan bekleyeceğiz…