Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre dünyada insani yardım ihtiyacı son 15 yıl içinde 12 kat artmış olup 15 yıl önce yıllık 16 milyar dolar olan insani yardım ihtiyacı bugün 245 milyar dolara baliğ olmuştur! Nicelik ve nitelik açısından özellikle Türkiye’de AK Parti hükümetleri döneminde büyük bir gelişme kaydeden insani yardım çalışmaları dünyanın geri kalmış bölgelerindeki insanların artarak yardıma muhtaç hale gelmesine mâni olmaya yetmiyor. O halde kalıcı çözüme ulaşabilmek için öncelikle insanları yardıma muhtaç hale getiren bozuk yapılarla mücadele etmek icap etmektedir. İşte Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi (UHİM) çalışmalarını bu anlayışla sürdüren bir sivil toplum kuruluşudur.
Öncelikle Sorunları Üreten Yapıları Deşifre Edebilmek
İstanbul’da Üsküdar ilçesinde faaliyet yürüten UHİM, çalışma alanlarını şu şekilde beyan ediyor:
– Batılı devletlerin ihlal karnelerini çıkarmak
– Uluslararası kuruluşların yapılarını ve uygulamalarını sorgulamak
– Küresel devlet, kurum ve şirketlerin ihlallerini rapor etmek
– İşgal ve siyasi müdahaleleri yerinde gözlemlemek
– Uluslararası kültür-sanat kurumlarının manipülasyonlarını deşifre etmek
– İslamofobi ve ayrımcılıkla mücadele etmek
– Yoksulluğun sebeplerini tartışmaya açmak
– Yayınlarla ihlalleri belgelemek, hak arama bilincinin oluşması için eğitimler vermek
– Raporlar ve basın bildirileri hazırlamak, salon organizasyonları tertip etmek
– Sosyal medya kampanyalarıyla hak ihlallerine karşı mücadele etmek (1).
Hak İhlallerini Rapor Edip Yayınlayabilmek
Bozuk küresel sistemin dünya çapında irtikâp ettiği ve hayatın her alanına yayılan ihlalleri belgelemeye devam eden UHİM, 2010 yılından bu yana şu önemli raporları yayınlamıştır:
1. Dünya Hak İhlalleri Raporları: 2010 yılından başlayarak her yıl için takip eden yılın başında yayınlanan yedi rapor dünya genelinde UHİM’in tespit edebildiği çeşitli hak ihlallerini belgeleriyle rapor etmektedir (2).
2. AB Ülkelerinde Mülteci Çocukların Yaşadığı Hak İhlalleri
3. Medeniyet ve Yeni Dünya Düzeni Arasında Hindistan
4. Küresel Siyaset ve Sinema Sempozyumu Tebliğler Kitabı
5. Küresel Kültür Endüstrisi Soruşturması Raporu
6. Manipülasyonların Kıskacında İslam Raporu
7. Kayıp Nesil Soruşturması: Suriyeli Mülteciler Raporu
8. Avrupa’nın Suriyeli Mültecilerle İmtihanı Raporu
9. Avrupa’da Yükselen Ayrımcılık, Nefret, İslamofobi ve Irkçılık Raporu
10. Gezi Parkı’nın Ağaçlarını Kim Suluyor?
11. Küresel Aktörlerin Kıskacında Lübnan
12. Anayasa Referandumu Sürecinde Mısır
13. Sömürgeden Soykırıma: Arakan!
14. Bu Devletlerin Yargılanmasını İstiyorum!
15. Somali’deki Açlık Kader mi Sömürge mi?
16. Yoksulluğa Sebep Olan ve Kalkınmayı Engelleyen İhlaller Raporu
17. Sosyal Paylaşım Siteleri Soruşturması Raporu
18. Tophane Örneğinde Sanat Algısı ve Kentsel Dönüşüm Raporu
19. Yeni Sömürgeciliğin Hayat Damarı Etnik Milliyetçilik ve Statüko Raporu
20. Küresel Sermaye ve Domuz Gribi Raporu (3).
Karne Düzenlemeye Alışkın Ülkelerin İhlal Karnelerini Yayınlayabilmek
UHİM, belli aralıklarla dünyaya karne dağıtmaya alışmış sömürgeci ülkelerin ihlal karnelerini yayınlayarak stratejik değeri büyük bir çalışmaya imza atmaktadır. “Geçmişten Bugüne Ülke İhlal Karneleri” serisinden şimdiye kadar ihlal karneleri yayınlanmış olan ülkeler şunlardır: İsrail, ABD, Almanya, Hollanda ve Rusya.
Kaba gücü elinde bulunduranların diğerlerini ezme hakkını kendinde görmesinin yol açtığı insanlık ayıbı zulümlere şahitlik eden bu raporlar serisi ne yazık ki kolaylıkla sonlanacak gibi görünmüyor. Bu seriye öncülük eden “Yirminci Yüzyılda Soykırım ve Katliamlar” isimli eser, UHİM’in ilk kitap yayını olup dünyada barışın teminatı olduğu iddiasındaki Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın; kuruluş tüzüğünde yer aldığı üzere “adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği, uluslararasında tüm ülkelere sağlamak” yerine dünyanın beş kabadayı ülkesine mutlak veto yetkisi vererek ne büyük zulümlere ve katliamlara hamilik yaptığını gözler önüne sermektedir.
UHİM’in yirmi altı kıymetli raporundan örnek olarak “Avrupa’da Yükselen Ayrımcılık, Nefret, İslamofobi ve Irkçılık” raporunun sonuç, değerlendirme ve öneriler kısmını özetle paylaşmakta yarar görüyorum:
“Yabancı kökenliler, Avrupa ülkelerinde nüfuslarıyla kıyaslanamayacak ölçüde düşük bir siyasi temsile sahiptir. Bu durumun başlıca sebepleri; uzun yıllardır bu yönde uygulanan devlet politikaları, yabancı kökenlilerin siyasal katılımını teşvik edecek politikaların geliştirilmemiş olması ve yabancıların eğitim seviyesinin düşük oluşudur. Siyasal temsilin yanısıra, 3 milyon Türk’ün yaşadığı Almanya’da, 6 milyon Mağripli ve 2,5 milyon Afrikalının yaşadığı Fransa’da ve 1 milyona yakın yabancı nüfusu barındıran Belçika’da üst düzey bürokrat, yerel yönetici, kamu görevlisi gibi ülkenin karar mercilerinde söz sahibi olan yabancı kökenliler, ülke nüfuslarıyla kıyaslanamayacak kadar düşüktür.
Yabancılar hakkındaki yasal düzenlemeler önyargılı, yetersiz ve hakkaniyetten uzak bir anlayışla sürdürülmektedir. Örneğin Almanya’da yabancılarla ilgili yasal düzenlemeler kamu güvenliği ve polislerle ilgili kanunlar arasında yer almakta, yani Almanya yabancılarla ilişkilerini güvenlik meselesi üzerinden görmektedir. Bu ülkelerde antisemitizm ve homofobi alanında gerekli yasal düzenlemeler yapılmakta, siyaset, akademi ve sivil toplum alanında yeterli düzeyde çalışmalar sürdürülmekte ise de, benzer bir çabanın Müslümanları hedef alan ayrımcı politikalara ve uygulamalara karşı sürdürüldüğünü söylemek mümkün değildir.
Müslümanların maruz kaldığı ayrımcı uygulamalar, nefret içerikli söylemler ve fiziksel saldırılar “İslamofobi” kavramıyla ele alınmaktadır. Ancak “İslam korkusu” anlamına gelen bu kavram mevcut durumu yansıtmamakta, yapılan araştırmalar, Müslümanların maruz kaldığı sistematik ayrımcılık ve şiddetin temelinde korku değil düşmanlığın söz konusu olduğunu göstermektedir.
Eğitim alanında yabancılara karşı uygulanan ayrımcılık anaokulu safhasından başlamakta ve çok acı sonuçlar doğurmaktadır. Çocukların akademik hayatını tayin etmekte belirleyici rolü olan ve henüz ilkokul çağında gerçekleştirilen yönlendirmelerde çifte standart uygulanmaktadır. Fransa ve Almanya’da yabancı kökenli ailelerin çocukları Türkiye’de “özel eğitim”e tekabül eden ve zekâ geriliği yaşayan çocukların eğitim aldığı okullara yönlendirilmektedir. Yapılan görüşmelerde bu yöndeki uygulamaların uzun yıllardır devam ettiği gerek hukukçulardan, gerek sivil toplum kuruluşu temsilcilerinden, gerek velilerden alınan bilgi ve tanıklıklarla tespit edilmiştir.
Avrupa’da Müslümanların maruz kaldığı ayrımcı uygulamalar gündelik hayatın her alanına sirayet etmiş durumdadır. Örneğin Müslüman aileler ev kiralamakta zorlanmakta, başörtülü ya da sakallı bir Müslüman bu görünüşü sebebiyle işten çıkartılmakta, isminden Müslüman olduğu anlaşılanların iş başvuruları çoğunlukla dikkate alınmamakta, okul idareleri düzenledikleri organizasyonlara Müslüman velilerin katılmasını engellemekte, başörtülü hanımlar fitness, havuz vb. spor komplekslerine kayıt yaptırırken problem yaşamaktadır. Bu tip problemler Avrupa ülkelerinde son derece sıradan ve hemen her gün karşılaşılan problemler olarak kayıtlara geçmektedir. Almanya’da erkek çocuklarının sünnet ettirilmesinin yasaklanması da bu kapsamda hatırlanabilir.
Almanya, Hollanda ve Belçika gibi ülkelerde faaliyet gösteren Gençlik Daireleri, son derece basit nedenlerle yabancı kökenli çocukları ailelerinden koparmaktadır. Resmî veriler Gençlik Daireleri tarafından alınan çocuk ve gençler arasında Müslüman ailelerin çocukları, nüfuslarına oranla büyük bir çoğunluğa tekabül etmektedir. Çocuklar uzun süre aileleriyle görüştürülmemekte, kendi inanç ve kültür değerlerine uzak ailelere verilmekte ve mahkemeler de kararlarını Gençlik Dairelerinin raporları doğrultusunda vermektedir. Gençlik Dairelerinin bu ayrımcı politikaları sebebiyle çocukları ellerinden alınan ve büyük bir mağduriyet yaşayan ailelerin sayısı onbinlerle ifade edilmektedir. Bununla birlikte bu ülkelerde İslamofobi/ İslam düşmanlığı alanında çalışma yapan kişi ve kuruluşların birçoğunun bu soruna gereken ilgiyi göstermediği, hatta bir kısmının bu sorunun varlığından dahi habersiz olduğu acı bir gerçektir.
Irkçılığı politika olarak benimseyen, İslamofobik politikalarıyla bilinen partiler Avrupa’nın pek çok ülkesinde iktidar ya da iktidar ortağı olmuş ve olmaktadır. İsveç, Norveç, Danimarka ve İsviçre bu ülkelerden birkaçıdır. Irkçı partiler yerel seçimlerde de önemli oy oranları almakta, Avrupa’nın hemen her ülkesinde ırkçı partiler tarafından yönetilen belediyeler bulunmaktadır.
Avrupa’da ırkçı anlayışın toplum tabanında da çok yaygın olarak kendisine zemin bulduğunu söylemek mümkündür. Mesela Alman Federal Bankası (Deutsche Bundesbank) eski yönetim kurulu üyesi ve SPD partisi üyesi Alman siyasetçi Thilo Sarrazin’in kaleme aldığı ve Türklere hakaretlerle dolu “Deutschland Schafft Sich Ab (Almanya Kendini Yok Ediyor)” adlı kitap Almanya’da 2 milyon satmıştır. Daha da vahimi toplumun üçte ikisi Sarrazin’in yazdıklarının doğru olduğunu düşünmekte ve yapılan anketler Sarrazin’in parti kurması halinde %18-25 bandında bir oy oranına sahip olacağını ortaya koymaktadır.
Yabancılara karşı beslenen kin ve nefret sebebiyle Avrupa’da her yıl yüzlerce şiddet olayı gerçekleşmekte, bu olaylar can ve mal kaybına sebebiyet vermektedir. Hemen her gün yabancılara ait bir ev, işyeri ya da araç kundaklanmakta, ibadethanelere çeşitli saldırılar düzenlenmekte, insanlar dış görünüşü sebebiyle sözlü ve/ya fiziksel saldırı ve tacize maruz kalmaktadır.
Avrupa’da medya organları ve siyasilerin 11 Eylül ve IŞİD üzerinden oluşturduğu algı, Müslümanlara karşı gerçekleştirilen nefret suçlarında çok ciddi artışa sebebiyet vermiştir. Sadece Almanya’da 2014’te 10 binin üzerine ırkçı ve İslam karşıtı saldırı gerçekleşmiş olması oldukça ürkütücüdür!” (4).
Avrupa’da Tırmanan İslam Düşmanlığına Mâni Olabilmek
UHİM raporu, Avrupa’da ayrımcılık sorununun ortadan kaldırılması için hayata geçirilmesi gereken çözüm önerilerini de şu şekilde sıralamaktadır:
1. Avrupa devletleri, topraklarına gelen ve nesillerdir ülkelerinde hizmet üreten yabancı kökenli vatandaşlarını artık kendi öz unsuru olarak kabul etmeli ve kıtaya sonradan gelen milyonlarca insana diğer vatandaşlarıyla eşit şartlarda muamele etmeli, can ve mal güvenliklerini sağlamalıdır.
2. BM nezdinde İslamofobi suç olarak kabul edilmeli ve gerekli cezai müeyyideler yasalara bağlanmalıdır.
3. “İslamofobi” kavramının bizzat kendisinin İslamofobik bir kavram olduğu gerçeğinden hareketle, Müslümanların maruz kaldığı ayrımcı politikalar ve şiddeti ifade etmek üzere, olgunun mahiyetini yansıtan “İslam düşmanlığı”, “İslam karşıtlığı”, “Müslüman düşmanlığı” vb. ifadeler tercih edilmelidir.
4. Türkiye’nin dış temsilciliklerinde konu ile ilgili ihbar ve danışma hatları oluşturulmalıdır. Bu birimler aracılığıyla ulaşan bilgiler düzenli şekilde dosyalanmalı, arşivlenmeli ve elde edilen istatistik bilgiler ilgili mercilere periyodik olarak takdim edilmelidir.
5. Medya organları İslam düşmanlığı konusuna hassasiyetle eğilmeli ve bu konuda müstakil birimler oluşturulmalıdır.
6. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), İslam düşmanlığı konusunda yaşanan gelişmelerin hukuki süreçlerini takip etmeli ve bu konuda uluslararası hukuk nezdinde girişimlerde bulunmalıdır.
7. Avrupa’da yükselen ayrımcılığı konu edinen, nefret, İslamofobi ve ırkçılığı gündeme taşıyan daha fazla akademik çalışma ortaya konmalı, bu alanın uluslararası kamuoyunda etkin bir şekilde tartışmaya açılması sağlanmalıdır. (4).
Cumhurbaşkanlığı’ndan STK’lara, akademisyenlerden köşe yazarlarına, senaristlerden sanatçılara kadar toplumu yön vermede etkisi olan herkesin UHİM ve diğer düşünce kuruluşlarının yayınlamış olduğu pek kıymetli raporları hakkıyla değerlendirebilmesi ve sorunların çözümüne elbirliğiyle yoğunlaşması temennisiyle, UHİM Başkanı Ayhan Küçük ile ekibini tebrik eder, stratejik değeri haiz çalışmalarının artarak devam etmesini dilerim.
Kaynaklar:
1. , 23.07.2018.
2. , 23.07.2018.
3. , 23.07.2018.
4. UHİM, Avrupa’da Yükselen Ayrımcılık, Nefret, İslamofobi ve Irkçılık, Editör: Hüseyin Türkan, Yayın Ekibi: Dr.Öğr.Üyesi Ahmet Temel vd., İstanbul, Mayıs 2015, 160 s., s.141-149.