Turizm ve çevre birbirinden ayrı düşünülemeyecek kavramlardır. Çevre, turizmin en önemli varlık sebeplerinden biridir. Doğayı ve çevreyi kirleterek gelişmeye çalışan bir turizm anlayışı aslında kendi kaynağını tüketir. Özellikle sahil kentlerinde düzensiz ve çevreyi tahrip eden büyüme her şeyden önce bu sektörden ekmek yiyenlere zarar vermektedir.
1970’lere kadar İspanya’ya gelen zengin turistlerin çoğu Costa Brava sahillerinde tatil yapmayı tercih ederdi. Müşteri talebini kısa yoldan karşılayabilmek için bölgede 25-30 katlı turistik tesisler yapılınca çevre tahrip oldu, doğal güzellikler yok oldu. Bunun üzerine Costa Brava bölgesi, Avrupa’nın önemli tur operatörleri tarafından bir bir boykot edildi. Daha sonra bu bölgeye İngiltere’nin New Castle bölgesinden düşük gelirli kömür işçileri kısa süreli tatil yapmak için buraya gelir oldular.
Turistik beldelerin çevre, temizlik, imar ve alt yapı hizmetlerini yürüten yerel yönetimler turizm sezonunda nüfusun aşırı yoğunlaşması sonucunda yetersiz kalmaktadırlar. Aşırı yapılaşma, alt yapı eksiklikleri nedeni ile turistik yörelerde yaşam kalitesi düşmektedir. Düzensiz ve aşırı yapılaşmanın yetersizliği yüzünden turizm kendi alanını daraltmıştır. Turizm yatırımlarının büyük bir kısmı %70 ile Ege ve Akdeniz sahillerindedir. 2001-2005 dönemini kapsayan 8. Beş yıllık kalkınma planı döneminde de yatırımların çoğu yine bu bölgededir. Turizm yatırımlarının maliyeti yüksek, geri dönüş vadeleri ise çok uzun olduğundan uygun kredi ve vergi sübvansiyonları ile teşvik edilmeleri gerekmektedir. Ayrıca siyasi, sosyal, doğal, kültürel ve ekonomik olaylara çok duyarlı olan turizm yatırımlarının riski de yüksektir. Bu nedenle sınırlı olan kaynakların daha uzun süreli çalışan ve daha fazla istihdam sağlayan yatırımlara yönlendirilmesi zorunludur.
Neden Sadece Deniz Turizmi?
Turizm denilince sadece deniz turizmi anlaşılmaktadır. Oysa dünyada tatil, seyahat ve turizm anlayışı çeşitlenmiş deniz, kum ve güneşle sınırlı bir tatil anlayışı yerini keşif, eğlence, kültür, sanat ve eğitim gibi alanlara bırakmıştır. Bu anlayışa sahip kültürlü kesimler tuzlu suya girip, güneşte yanmayı sıradan bir iş olarak görmekte, kirli, kalabalık yerlerden uzaklaşıp doğa ile baş başa sessiz ortamları tercih etmektedirler. Değişen bir başka anlayış ise tatilin yalnızca yaz aylarında yapılması gerekliliği ile ilgili yaygın kanaatin yerini, yılın dört mevsiminde tatil yapılabileceği anlayışı aldı.
Türkiye konumu itibari ile dünyanın en önemli tarihi ve kültürel değerlerin harman olduğu bir yerdir. Bu Türkiye için, Türk turizmi için çok önemli bir kaynaktır. Türkiye’nin bünyesinin ayrılmaz bir parçası olan kültür çeşitliliği inanç turizmi için bulunmaz bir imkândır. Tarihi ipek yolunun kalbi de burasıdır. Dağcılık ve kış sporları, termal turizm ve kongre turizmi için çok uygun koşullara sahip olmamız, Tüm bunlar turizm de imkâna dönüştürülmelidir. Tüm bu çeşitlilikler isabetli politikalarla, girişimcilerin önü açılarak harekete geçirilebilecek alanlardır.
Bu sayede turizm deniz-kum-güneş darboğazından kurtulup Anadolu’nun tüm bölgelerine, yılın her mevsimine yayılacaktır. Anadolu yerel zenginlikleri, otantik değerleri, değişik ırk, kültür ve inanca sahip insanları, onların yaşayışları, farklı örf-adetleri, folkloru, el sanatları ile zengin bir mozaiktir. Bu mozaik Türk turizmi için rekabeti mümkün olmayan bir avantajdır. Türkiye sahip olduğu bu değerlerin farkına varmalı, bu doğrultuda çalışmalar yapmalıdır. Bunu başarabilen bir Türkiye, tüm dünyanın önemli çekim merkezi olacaktır.