ABD Başkanı Donald Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını ve büyükelçiliği Kudüs’e taşıyacağını duyurarak el bombasının pimini çekti ve bırakın Filistin-İsrail hatta Ortadoğu’yu, tüm dünyanın kucağına bıraktı.
Bir anda kamuoyumuzda tek bloktan oluştuğu varsayılan Batı’da, Müslüman dünyasında, Güney Amerika’da ve pek bilinmese de uzak Asya ülkelerinde dahi tepki ile karşılandı. Bu kadar tepki verilmesi haklı da bu tepkiler neden konuyor. Müslüman olmayan ülkeler neden karşı çıkıyor? Anlaşılması için basit ama net bazı bilgiler paylaşalım.
Öncelikle Kudüs’ün üç din için de kutsal bir şehir olduğunu hepimiz biliyoruz. 1948 yılında Birleşmiş Milletler, Kudüs’ü corpus separatum (ayrı beden) ilan etti ve doğrudan Birleşmiş Milletler’e bağlı bir şehir olarak kabul ettiğini ilan etti. Aynı sene İsrail Filistin Mandası’ndan bağımsızlığını ilan ederek çatışmalar başladı ve Birleşmiş Milletler’in planı sadece plan olmaktan ibaret kaldı. 1949’da ateşkes anlaşması yapılarak Doğu Kudüs’ün yönetimi Ürdün’e, Batı Kudüs’ün yönetimi ise İsrail’e bırakıldı.
1967 yılına gelindiğinde çıkan 6 Gün Savaşı neticesinde İsrail, Doğu Kudüs’ü işgal etti. 1980 yılında ise çıkardığı yasa ile Kudüs’ün tamamını başkenti olarak ilan etti. Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından alınan “478 sayılı karar” ile 20 Ağustos 1980 tarihinde İsrail’in Doğu Kudüs’ü işgali ve Kudüs’ü başkent ilan ettiği yasa kınandı. Ayrıca Kudüs’te temsilciliği olan ülkelerden de temsilciliklerini Tel Aviv’e taşımalarını istedi. O tarihte bu kararı imzalayan ülkelerden birisi de ABD idi.
Trump’ın bu kararına kadar da dünyada hiçbir ülke Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımadı. Filistinliler kurulacak Filistin Devletinin başkenti olarak Doğu Kudüs’ü hayal etmekteler. Uzun yıllardır yaşanan Filistin-İsrail sorununa çözüm bulunması sürecinde Oslo görüşmelerine katılım sağladılar. 1993 yılında imzalanan Oslo Barış Anlaşmaları’nda Kudüs’ün statüsü ileri görüşmelere bırakılıyordu. Ama hala bir çözüm bulunamamakta ve İsrail maalesef kurulduğundan bugüne yayılmacı bir politika sürdürdü ve netice olarak şu an Filistin’in büyük bölümünü yönetimi altında tutuyor. Hatta Kudüs’ü tüm dünya (artık ABD hariç) başkent olarak tanımasa da İsrail Devleti meclisi, cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve bakanlıkları fiili olarak Kudüs’te barındırıyor.
Uyguladığı Yahudi Yerleşimci politikaları ise yerel Filistinli halk ile yerleşimciler arasında gerilimi tırmandırmakta bunun neticesinde İsrail Devletince bu bahane ile tekrar Filistin Halkına karşı şiddet olarak geri dönmektedir. Yaşanan bir çok acı malumunuz sürekli ülkemizin gündeminde.
İsrail 1967’den beri 10’dan fazla yerleşim yeri kurdu ve resmi rakamlarına göre iki yüz bine yakın Yahudi yerleştirdiğini söylüyor. Uluslararası hukuk Yahudi yerleşimlerini yasadışı kabul ettiğini belirtse de Birleşmiş Milletler kararlarını ve uluslararası hukuku takmayan İsrail buna bir de yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış edasıyla itiraz ediyor.
Trump’ın bu kararıyla ilgili şu an ancak geçmişe bakıp değerlendirmeler ve ileriye dönük öngörüler yapabiliriz o kadar. Ama gerçekten çok değişik sonuçları hayr ya da şer olarak Dünyaya ve Ortadoğu’ya getireceği kesin. Şimdilik şer olarak görünse de birçok coğrafyada kan, gözyaşı ve sefalet çukurunda yaşam savaşı veren Müslümanlar’ın ve tüm mazlumların gözünü açması ve etkili bir siyasi güç olarak bir arada hareket etmesine vesile olacaktır.
Bu arada önemli bir noktanın altını çizmek gerekir. İç siyaset saikleriyle Trump tarafından alınan ve Netanyahu tarafından coşkuyla karşılanan bu yanlış karar Israil ve Türkiye dahil birçok ülkedeki makul Musevi tarafından da kınandı. Kudüs hakkında haklı tepkimizi ortaya koyarken ülkemizde yüz yıllardır birlikte yaşayıp sevinç ve kederimizi paylaştığımız Musevi vatandaşlarımıza veya kurumlarına yönelik olumsuz bir tavır adeta “papaza kızıp oruç bozmaya” benzeyecektir.
Daha önce birçok platformda ve yazılarımızda da bahsettiğimiz İslam ve bölge ülkelerinin ortak bir pazar zemini için çalışmaları böyle durumlarda işbirliği içerisindeki Müslümanlar’a bir özgüven verecektir. Siyasi kararlarda ortak hareket edebilecek cesareti ve duruşu bu özgüven tesis edecektir. Sayın Cumhurbaşkanımızın uzun zamandır hem uluslararası zirvelerde hem de ikili ilişkilerde ifade etmeye çalıştığı (BM kürsüsünde bu “Dünya 5’ten büyüktür” olarak yankılandı) belli sayıda ülkenin yönettiği BM ve dünyanın bu sultanın elinde BM Güvenlik Konseyi kanalıyla değil çok katılımcı karar mekanizmalarıyla yönetilmesini talep ediyor. Şu an dünyada mazlumların sesi olan bir ülkeye ve lidere sahibiz. İnanın bu bir ayrıcalık. O kadar müreffeh ve gelişmiş ülke tuzları kuru olmasına karşın mazlumlar lehine bir çift laf etmiyorlar. Her zaman söylediğim bir söz var ve tekrar etmek istiyorum. Uluslararası arenada maalesef güçlü olan haklı sanılıyor. O yüzden sadece Türkiye değil güçlü bölge ülkeleri olmalı. O zaman bizim haklılığımızı kabul edeceklerdir. Batının maalesef en büyük handikabı hâlâ bu. Güçlüyü haklı kabul edip mazlumu ölüme terk etmek. İşte biz bu genetik kodlara sahip değiliz çok şükür ve güçlü olursak mazlumun yanında da durabiliriz. Kudüs ile ilgili alınan bu son kararı bırakın; biz bir olabilseydik Kudüs işgal bile edilemezdi. Allah şerleri hayra çıkarır. Bu yaşadığımız üzücü günler belki biz Müslümanlar için bir işaret fişeği olacaktır. Unutmayın, Mekke, Medine, Kudüs, Şam, Bağdat, Kahire ve İstanbul İslam’ın önemli başkentleridir. Kudüs, Şam ve Bağdat acılarla yoğruluyor. İstanbul, Kahire, Mekke ve Medine üzerine planlar yapılıyor. Diğerlerinin akıbetlerinden ders alarak kuru edebiyat yapmadan ekonomik olarak güçlenip, eğitimde ileri gidip, kendi silah sanayi ve enerji kaynakları ile büyük bir güç olmayı tercih etmeliyiz. Ancak o zaman Kudüs gerçekten tüm insanlığın olur.