Evvele Selam, Ahire Selam, Zâhire Selam, Batine Selam. Milleti ve devleti için yola düşenlere, yarınlarımız için çarpan yüreklere, tarih sevdalılarına, İstanbul için çarpan gönüllere, Ayasofya’nın heyecanı ile heyecanlananlara Esselam… Selamların en güzeli olan Allah’ın selamı üzerimize olsun.

İstanbul’u anlatmak, İstanbul’u yaşamak ayrı bir tutkudur değil mi?

Bir yolculuğun hikâyesi…

Derssadette, Bilad-ı Selase’de (Galata, Üsküdar, Eyüp) dolaşmak heyecan verir, tabiri caizse ilaç gibi gelir insana… Kimi zaman fethin sembolü Ayasofya’nın önüne, kimi zaman Edirnekapı şehitliğine, kimi zaman Balat’ın dar sokaklarına, kimi zaman sur dışında bir çeşmenin önüne gider oturur ve saatlerce hayal ederim. Kim bilir neler neler yaşanmıştı asırlardır buralarda? Bazen eserleri yapan mimarın gözünden görmeye, bazen de oralarda konuşulanları konuşmaya çalışırım… Kimi zaman da elimde fotoğraf makinesi İstanbul surlarına çıkıp gözümde fethi canlandırırken patlayan flaşın ışığıyla kendime gelir devam ederim yoluma.

Evet, hiç kuşkusuz İstanbul dünyanın en güzel tarihi kentlerinden biri. Ancak bazen unuttuk mu acaba demeden geçemiyorum. Çok içselleştirdiğimizden, çok fazla benimsediğimizden, belki de nasıl olsa bizimdir dediğimizden olabilir diye düşünüyorum bu unutkanlığın sebebini. Yapılmayanları görüp umutsuzluğa kapılırken, yapılanlarla umutlanıyorum. Özellikle modern mimari ile geleneksel ve klasik dönem mimarilerinin birbirine olan aşkına tanıklık edip sevinçten gözyaşı döktüğüm, ihya edilen eserleri gördükçe sevincimi heyecanla yaşadığımı biliyorum…

İşte bugün sizinle bir sevincimi paylaşmak istiyorum…

Müslümanların birliğinin ve beraberliğinin en önemli simgelerinden biri de camilerdir. Hindistan’dan Fas’a, Pakistan’dan Türkiye’ye ümmet coğrafyasının tamamında Müslümanlar günde beş vakit camilerde bir araya gelerek birbirilerinin üzüntülerinden, sevinçlerinden haberdar olurlar. Bulunduğu yerde Müslümanların yaşadığının göstergesi olan camilere İslam Tarihi boyunca mimari açıdan da oldukça fazla önem verilmiş, Osmanlı zamanında özellikle mimarlık tarihinin mihenk taşı Mimar Sinan ile bu mimari zirveye çıkmış, camilerin her ayrıntısına bir sır gizlenmiştir.

Osmanlı zamanında yapılan ve asırlardır ayakta kalan bu camiler aynı zamanda Müslümanların gücünün de bir göstergesi haline gelmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Taş Camii

 

İslam’ı ve İslam’ın emirlerini baş tacı yapan Osmanlı Devleti zamanında Dünya’nın dört bir yanı İslam’ın mührü olan camilerle süslenmeye ve şehirlerin cami etrafında cami merkezli imar edilmesine özen gösterilmiştir. Özellikle İstanbul ve İstanbul’un üzerine kurulduğu yedi tepesini süsleyen Ayasofya’dan Süleymaniye’ye, Fatih Camii’nden Edirnekapı Camii’ne kadar kıyamete kadar İslam’ın simgesi olarak varlığını devam ettirecek camiiler sadece bir cami olmaktan öte bir yaşam komplesi olma özelliğine sahipti.

Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren camiler toplumsal hayatın merkezi olma özelliğini sadece namaz kılma mekânı olmaya terk etmeye başlamıştı. Son 10 yılda yapılan bazı camileri bunun dışında tutabiliriz. Bu camiler toplumsal ihtiyaçlara cevap verme noktasında aşevleri, imarethaneleri, medreseleri ile birer cazibe merkezi olarak şehri şekillendirme noktasında camileri eski hüviyetlerine kavuşturmak adına adeta çırpınıyorlar.

Cumhuriyet’in ilanının ardından İstanbul’da ilk yapılan cami olan Şişli Camii’ni ve yine İstanbul’da Cumhuriyet tarihinin ilk 6 minareli cami olma özelliğine sahip Çamlıca Camii’ni birçoğumuz biliriz. Ancak birkaç yıl önce İstanbul–Esenler Birlik Mahallesi’nde bir hayırseverin bağışladığı arsa üzerine Belediye Başkanı Mehmet Tevfik Göksu’nun yoğun gayreti ile inşa edilen ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından 16 Aralık 2018 tarihinde açılışı yapılan Cumhuriyet Tarihinin tamamı taştan yapılan ilk camiini belki de birçoğumuz duymamışızdır.

Bugün ziyaretimizi Cumhuriyet tarihinin tamamı taştan yapılan ilk cami olan Hacı Emsal Avcı Taş Camii’ne gerçekleştireceğiz. Taştan yapılan camilerin temelleri, taşların birbirine bağlanması esnasında kullanılan kenet adı verilen kurşunlu kilit sistemleri, yapımında kullanılan özel harçlar, mimarileri, özel estetik duruşları ve şehre kattıkları anlam ile bu tarz camiler çok eskiden beri hep dikkatimi çekmiş, böyle camilerde vakit geçirmek hep hoşuma gitmiş, kimi zaman vaktimin büyük kısmını alan bir uğraş haline gelmiştir. İkamet ettiğim mahalleye, hemen oturduğum sokağın başına böyle muazzam bir eserin inşa edilmesi, yapımının ilk anından bitişine kadar her anına tanıklık etmem bu camiyi benim için daha da anlamlı bir hale getirdi.

Teneke’den Taş Camii’ye

Caminin yerinde daha önce tenekeden yapılmış bir cami vardı. Asıl ismi Halil İbrahim Camii olan bu ibadethane halk arasında genellikle “Teneke Camii” olarak anılırdı. Ama kimilerine göre sadece bir teneke cami olan bu yapı benim dünyamda oldukça büyük bir anlam taşımaktaydı. Yaklaşık 15 yılını eğitim ile geçirmiş bir eğitimci olarak ilk dersimi 2005 -2006 yıllarında bir yaz kuran kursunda bu teneke cami de vermiştim. Şimdi o tenekeden yapılmış derme çatma küçük caminin üzerine böyle muazzam bir eserin yapılması hem camiye hem de bende olan yerine daha güzel bir anlam kattı.

Hatıralardan kopup camiye tekrar dönelim.

Eski taş cami ustaları kesme taşların uçları dairesel şekilde oyup içerisine U şeklinde kurşunlarla ve demirlerle bağlantılar yaparak taşları sıkıca birbirine bağlar, bağlantı için kullanılacak demirleri de demircilere örslerle özel olarak dövdürterek hazırlatırlardı. Bu tarzda yapılan bir camide sadece minare için yaklaşık 2 ton kurşun ve bağlantılar için yarım tona yakın demir kullanılırdı. Camilerin harcı da özel olarak hazırlanan Horasan harcıydı. Bu harcın hazırlanmasında kullanılan kireç süzüldükten sonra mayalanır ve 10-15 yıl toprak altında bekletildikten sonra kullanılırdı.

Hacı Emsal Avcı Cami’de bu özellikleri üzerinde taşıyor. Camide kullanılan taşlar tıpkı yüzyıllar önce yapıldığı gibi birbirine horasan harcı, zıvana ve kurşunla tutturulmuş, kurşunlu kenetli ve zıvanalı sistemle yapılmıştır. Yapımında, 34 bin adet kenet ve zıvana kullanılan caminin 50 tonu kubbe yapımına ayrılmak üzere 170 ton kurşun kullanılmıştır.

Mimar Sinan Sırrı-“Kıyamete kadar ayakta kalacak”

 

Caminin inşaatında 5 taş ustası çalışmış. Caminin yapımında kullanılan taş da özel olarak seçilmiştir.

Yapımda kullanılan Küfeki taşı, Roma ve Bizans döneminde kullanılmaya başlanan, “İstanbul taşı” olarak da bilinen 2000-2500 yıl gibi uzun bir zaman ayakta kalabilen bir taştır. Taşın en önemli özelliği zeminden çıktığı anda her türlü işleme uygun olması ve kolay işlenmesi; havayla temastan sonra havadaki karbondioksiti bünyesine alarak sertlik, dayanıklılık ve güç kazanmasıdır. Bu yüzdendir ki, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde çok sayıda önemli mimari eserde temel yapı taşı olarak kullanılmıştır. (İstanbul Surları, Su Kemeri, Topkapı Sarayı, Süleymaniye Camii v.b). İstanbul estetiğini oluşturan tüm yapıların içinde ve dışında daima temel taşı olmuştur. Mimar Sinan, Küfeki taşı üzerinde özel araştırmalar yapmış ve kolay işlenme, estetik ve mukavemet gibi özellikleri sebebiyle bu taşı eserlerinde çok defa kullanmıştır. Mimar Sinan’ın eserlerinde kullandığı Küfeki taşının kullanım yerleri ve inceliklerini, bugüne kadar sağlam bir şekilde ayakta kalan eserlerinde görmekteyiz.

Küfeki taşı aynı zamanda klima özelliği olan bir taştır. Yaz aylarında sıcağı ve kış aylarında soğuğu keserek rahat bir nefes almamıza yardımcı olur. Ayrıca ilginç bir şekilde küfeki taşının 1986 yılında Moskova Üniversitesinde yapılan bir araştırmada nükleer dalgaları geçirmediği de tespit edilmiştir.

Caminin mimari projesini, Mimar Ahmet Tanyolaç çizdi. Mühendisliğini ise Kadir Fındıklıoğlu üstlendi. Kolon ve Kiriş bulunmayan cami, mimari özellikler açısından Mimar Sinan’ın iki eserinden ilham alınarak inşa edilmiş. Bunlar Tophanede Kılıç Ali Paşa’nın emri ile deniz doldurularak inşa edilen Kılıç Ali Paşa Camii ve Manisa’nın Şehzadeler ilçesinde bulunan Mimar Sinan’ın Ege Bölgesindeki tek eseri olan, zemininde bulunan silindir şeklindeki deprem terazileri ile günümüz teknolojisine meydan okuyan bir cami olma özelliği taşıyan Muradiye Camii’dir.

Mimari özellikleri

 

Caminin ana kubbesi, 1.60 santimetrelik ana taşıyıcılar üzerine oturtulmuştur.

Yaklaşık 1500 kişinin aynı anda ibadet edebileceği cami Osmanlı’nın büyük camilerinde görmeye alışık olduğumuz şekilde 3 kapılı inşa edilmiş. Mihrap, minber ve hutbe kürsüsü caminin estetiğine uygun olarak tamamen mermerden yapılmış buda camiye ayrı bir ağırlık katmıştır.

Dışarıdan baktığımızda âdeta bir Osmanlı camini anımsatan bu eserin ana kubbesinin her iki yanında şerefeli iki minare bulunuyor. Minarelerin çevresinde de daha küçük üç kubbe yer alıyor. Bunun yanında caminin ön ve yan cephelerinde de kemerler bulunuyor.

 

Caminin zamanla İstanbul’da hasreti duyulan bir yaşam merkezi haline gelebilmesi için etrafında Esenler Belediyesi tarafından 100.000 metre kamulaştırma yapıldı. Kamulaştırılan bu alanda caminin kendi yaşam alanları dışında zamanla yeraltı otoparkı, çocuk sokakları ve bilim merkezleri ile Esenler’in ikinci büyük meydanı inşa edilecek. Böylece bu cami kendinden sonra yapılacak camilere öncülük etmekle beraber, sadece namaz kılma alanlarına dönüşen cami anlayışının son 10 yılda tekrar eski hüviyetine kavuşturmak adına atılmış büyük adımlardan biri olarak da tarihin sayfalarında yerini alacaktır.

Bu vesile ile Esenler Belediyesi’ne, Esenler Belediye Başkanı Mehmet Tevfik Göksu’ya ve Bahçelievler Hak Vakfı’na böyle muazzam bir eseri Esenler’e, İstanbul’a ve en önemlisi Cumhuriyet tarihine kazandırdıkları için ayrıca teşekkür ediyorum.

Selam ve dua ile…