Doç.Dr. Fethi GÜNGÖR
Allah Resûlü’nün Veda Haccı’nda ümmetine bıraktığı mirası olarak açıkladığı, Ramazan ayının inzaliyle değer kazandığı Kur’an-ı Mübîn ile ünsiyetimizi yıl boyunca sürdürme, ihtilaf ve sorunlarımızın çözümünde Kur’an’ı ana merci edinme azim ve bilinci geliştirmemize katkı yapması umuduyla, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yedi cilt halinde neşretmiş olduğu “Hadislerle İslam” isimli kıymetli eserin “Allah’ın Kitabı: Sözlerin En Güzeli” başlığı altında yer alan bilgileri uygun ara başlıklar ilave ederek özetle paylaşmakta yarar görüyorum:
KUR’AN’I REHBER EDİNEBİLMEK
“Kur’an Kıyamete kadar gelecek bütün kuşaklara hitap etmektedir. Zira ‘Gerçekten bu Kur’an en doğru yola götürür’ (İsrâ, 17/9) şeklinde kendisini insanlığa tanıtan yüce Kitabımız tüm zamanlarda, tüm insanlara rehberlik edecek ve yol gösterecektir. Bundan dolayı Allah Resûlü Kur’an’ı, yolcuları uyaran bir rehbere benzetmektedir (HM17784 İbn Hanbel, IV, 183). Onun rehberliğinde hayatlarını sürdürenler asla yollarını şaşırmayacak, istikametlerini kaybetmeyeceklerdir. Çünkü o, kâinatı yoktan var eden Yüce Allah’ın ipi (hablullah) (Âl-i İmrân, 3/103), kopmak bilmeyen ‘sapasağlam kulp’tur (el-urvetu’l-vüskâ) (Bakara, 2/256). Zira Allah’ın Kitabı, kendisine tutunan için koruyucu ve kurtarıcıdır (DM3339 Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 1). Şifa kaynağı, hidâyet rehberi ve rahmet vesilesidir (Yûnus, 10/57).
Kitaba sarılmak, ona tutunmak, onun rehberliğinde hayat yolculuğuna devam etmek ancak onun hükümlerini uygulamakla ve eksiksiz yerine getirmekle mümkün olmaktadır. Allah Resûlü, ‘Kur’an’ın haramlarını helal sayan, ona iman etmemiştir’ (T2918 Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 20) buyurarak bu gerçeği ifade etmiştir. Bu çerçevede Kur’an’ın sayfalarını yüceltip kutsallaştırmak ama diğer taraftan hükümlerini çiğnemek, ona tutunmak değildir. Kur’an’ın süslü kılıflar içerisinde evlerin en mutena köşelerine yerleştirilip ele alındığında öpülüp baş üzerine konulması ancak ve ancak şekli saygının ifadesi ve tezahürüdür. Oysa Allah’ın insanlardan istediği ve Kur’an’ın gönderiliş gayesi bu değildir. O, süslü kılıflardan çok kalplerin derinliklerine yerleşmeli, onun içeriğine ve hükümlerine göre bir hayat sürülmelidir. Bu gerçeği Allah Resûlü, damadı Hz. Ali’ye şu şekilde ifade etmektedir:
‘Allah’ın Kitabı’nda sizden öncekilerin bilgisi ve sizden sonrakilerin haberi vardır. Aranızdaki meselelerin hükmü ondadır. O, (hak ile bâtılı birbirinden ayıran) kesin bir hüküm olup anlamsız boş söz ve oyun değildir. Allah onu terk eden zorbayı rezil eder. Her kim doğru yolu Allah’ın Kitabı’ndan başkasında ararsa Allah onu sapıklığa düşürür. O, Allah’ın sağlam ipidir ve hikmet dolu sözleridir. O, dosdoğru yoldur… Ona dayanarak konuşan tasdik olunur. Onunla amel eden sevap kazanır, onunla hükmeden adaletli davranmış, ona davet eden doğru yola iletmiş olur.” (T2906 Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 14).
Bütün bu gerçekler bir kenara bırakılır ve Kur’an hayatın dışına itilirse Peygamberin, ‘Ey Rabbim! Kavmim şu Kur’an’ı terk edilmiş bir şey haline getirdi’ (Furkân, 25/30) serzenişiyle karşı karşıya kalınabilir.” (Hadislerle İslam, s.548).
VAHYİN AĞIRLIĞINI İDRAK EDEBİLMEK
“…Nihâyet ‘Bugün sizin için dininizi tamamladım’ (Mâide, 5/3) âyeti indikten ve Kur’an vahyi sona erdikten kısa bir süre sonra Peygamber Efendimiz (sav) hayata gözlerini yummuştur. O, Kur’an’ı ilk öğrenen, ilk okuyan ve ilk yaşayan insandı. ‘Şüphesiz biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz vahyedeceğiz’ (Müzzemmil, 73/5) âyeti, hemen hemen her gün aldığı vahiylerle hayatında tecelli etmişti. Vahyin ağırlığından kış günü boncuk boncuk terlemek, Allah’ın buyruklarını dinlemeye yanaşmayanların eleştirilerini göğüslemek ve bu uğurda sabredebilmek, onun görevi olmuştu. Kur’an’ı öğrenme ve insanlara ulaştırma görevindeki büyük özverisi, ümmeti ile arasında belki anne ve evlat ilişkisinden öte bir bağ kurulmasını sağlamıştı (Ahzâb, 33/6).
Peygamber Efendimizin (sav) en büyük mucizesiydi Kur’an. Hz. Süleyman’a (as) kuşlarla konuşabilme (Neml, 27/16-22) ve rüzgârı yönlendirebilme (Sâd, 38/36) yeteneğini veren, Hz. İsa’ya (as) ölüleri diriltme ve âmâları görür hale getirebilme (Mâide, 5/110) gücünü bahşeden Allah, son peygamberini de eşsiz kelâmı ile desteklemişti. Kur’an, bütün insanlara sesleniyor, onlara bilemedikleri ve aralarında tartıştıkları halde uzlaşamadıkları konuları öğretiyordu. Doğumdan öncesi veya ölümden sonrası gibi merak ettikleri meseleleri açıklıyor ve muhatapları üzerinde tarifi mümkün olmayan bir tesir bırakıyordu. Kur’an’ın sağladığı bu inandırıcılığı ve mucizevi etkiyi Allah’ın Elçisi (sav) bir hadis-i şerifinde şöyle ifade buyurmuştu:
‘Hiçbir peygamber yoktur ki, insanların inanmaları için kendisine mucizeler verilmiş olmasın. Bana verilen ise Allah’ın vahyettiği vahiy (Kur’ân-ı Kerîm)dir. Bu sayede ben Kıyamet günü ümmeti en çok olan peygamber olacağımı ümit ediyorum.’ (B7274 Buhârî, İ’tisâm 1).
Peygamberimiz (sav), Allah’ın kendisiyle gönderdiği hidâyeti ve ilmi, gökten inen bereketli yağmura benzetiyordu (B79 Buhârî, İlim, 20). İnsanı insan yapan değerlere hasret Mekke halkı, aradığı saf ve temiz dini Kur’an’da buluyor, onun olağanüstü anlatım üslûbu karşısında hayran kalıyordu. Müşrikler, ‘Bu Kur’an’ı dinlemeyin. O okunurken yaygara koparın, belki o zaman baskın çıkarsınız’ (Fussılet, 41/26) diyorlardı…” (Hadislerle İslam, s.556).
KUR’AN’I HAYATA NAKŞEDEBİLMEK
“Her konuda olduğu gibi müminin Kur’an’ a ilişkisi konusunda da en büyük örnek Allah’ın Elçisi’dir. O, Kur’an’ın nasıl okunması gerektiğini Yüce Yaratıcı’dan öğrenmişti. Bir defasında vahiy alırken inen âyetleri hızlı hızlı tekrar etmeye çalışmış, ‘Onu aceleyle almak için dilini kımıldatma’ (Kıyâme, 75/16) şeklinde uyarılınca bu acelecilikten vazgeçmişti.
Sevgili Peygamberimiz (sav), ‘Kur’an’ı ağır ağır, tane tane oku’ (Müzzemmil, 73/4) şeklindeki ilâhî emri titizlikle uygular, Kur’an okurken âyetlerin arasında bir müddet duraklar sonra devam ederdi. Secde âyeti geçtiğinde secde ederdi. Allah’ın yüceliğinden bahseden bir âyet geldiğinde tesbihatta bulunur, dua edilmesi gereken bir konu geldiğinde durup dua eder, Allah’a sığınılacak hususları ihtiva eden bir âyet okuduğunda ise okuyuşuna ara verip istiâzede bulunurdu. Namaz kılarken Fâtiha okuyan kişinin dilinden dökülen her âyete Allah’ın anında cevap verdiğini, dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ın Kur’an okuyana bizzat karşılık verdiğini söylerdi. Kur’an okumanın insana verdiği huzura sığınarak sıkıntılı bir durumla karşı karşıya kaldığında namaz kılardı (D1319 Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 22).
Düzenli Kur’an okumak, Peygamber Efendimizin (sav) aksatmadığı ve çok önem verdiği bir sünnetiydi. Kur’an’ı ezberden okuma konusunda, cünüplük hali dışında hiçbir şey Allah Resûlü’ne (sav) engel olamazdı (N266, N267 Nesâî, Taharet. 171). Evde, mescitte, namazda, yolculukta, gündüz veya gece hep Kur’an okurdu.” (Hadislerle İslam, s.558).
ALLAH RESÛLÜ’NÜN MİRASINA SAHİP ÇIKMAK
“Allah Resûlü (sav), Kur’an’ı güzel sesle ve usulüne uygun okumaya itina gösterirdi. Bu konudaki yeteneğiyle tanınan sahâbîlerden Ebû Musa el-Eş’arî’ye, ‘Hz. Dâvûd gibi güzel sesle ve ahenkle okuduğu’ için övgüde bulunmuş ve ‘Dün gece senin Kur’an okuyuşunu dinlerken beni bir görmeliydin!’ buyurmuştu.
Peygamber Efendimiz (sav), Kur’an-ı Kerim’i düzgün okumayı ve âyetlerin anlamlarını kavrayabilmeyi önemsediği kadar, inananları Kur’an’dan sûreler ezberleyerek hafızalarında taşımaya da teşvik ederdi. Kalbinde ve hafızasında Kur’an’dan hiçbir şey bulunmayan kişiyi, ‘harabe bir eve’ benzetirdi. ‘Kur’an’ı ezberleyip okuyan kişi, Allah katındaki seçkin meleklerle birlikte olacaktır. Kur’an’ı zorlanarak da olsa devamlı okumaya çalışan kişiye ise iki kat ecir vardır’ buyururdu. Namazda imamlık yapmaktan savaşta ordu yönetmeye kadar pek çok görevlendirmede Kur’an’ı bilmeye ve okumaya önem veren Resûlullah‘ın (sav), üstündeki elbiseden başka geline verecek bir yüzük bile bulamayan fakir bir kişinin nikâhını ‘ezberlediği sûreler karşılığında’ kıydığı da bilinmektedir. Yine Allah Resûlü, Uhud Savaşı’ndan sonra ordu yorgun düştüğünden her şehit için tek tek kabir kazdırmak yerine, kabirlerin geniş kazılması ve şehitlerin ikişer üçer birlikte defnedilmesi talimatını vermiş ve öncelikle Kur’an’ı iyi bilenlerin defnedilmesini istemişti.
Kur’an okumayı öğrenmiş veya Kur’an’ı ezberlemiş olmak, dinini öğrenmek ve yaşamak isteyen bir Müslüman için tek başına yeterli değildir. Kişi okuduğunu anlamalı, ezberlediğini kavramalı, Kur’an âyetlerindeki mesajları düşünmeli ve araştırmalıdır. Zira Kur’an, ‘Müminler için gerçekten bir hidâyet rehberi ve rahmettir.’ (Neml, 27/77). Öğrenen ama düşünmeyen bir insan, ‘Kur’an üzerinde düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üstünde kilitler mi var?’ (Muhammed, 47/24) sorusuna nasıl cevap verecektir? Bu bağlamda sahâbî Ebû Ümâme’nin, duvarlara asılan Mushafların insanı aldatmaması gerektiğini, Kur’an’ı gerçekten idrak ve muhafaza eden bir kalbe Allah’ın asla azap etmeyeceğini söylemesi oldukça manidardır.
Peygamberimiz (sav), ashâbını Kur’an’ı hızlı okumamaları hususunda uyarmıştı. Zira o, verdiği ilâhî mesajlarla insana hayat veren Kur’an’ın hızlı okunarak, manasının göz ardı edilmesi endişesini taşıyordu. Abdullah b. Mes’ûd’un bildirdiğine göre de ashâb, âyetleri onar onar öğreniyor ve onların manalarını iyice kavrayıp amel etmeden diğerlerine geçmiyorlardı. Hz. Peygamber namazda Kur’an okurken ise ‘Sesini çok yükseltme; çok da alçaltma’ (İsrâ, 17/110) âyetine uygun dengeli bir ses tonunu benimsemişti.
Kur’an’dan ezberlenen âyetlerin unutulmamasını da önemseyen Resûlullah (sav), ‘Kur’an’ı düşünerek tekrar edin! Çünkü onun insanın ezberinden silinip gitmesi, devenin bağından kurtulup kaçmasından daha hızlıdır!’ buyurmuştu. Allah Resûlü, Kur’an’ın öğrenilmesi kadar öğretilmesine de önem vermiş ve ‘Sizin en hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir’ buyurarak ümmetini bu konuda teşvik etmişti. Nitekim o, Kur’an’ı öğrenen, okutan ve gereğini yerine getiren kimseyi kokusu her tarafa yayılan miskle dolu bir kaba, onu başkalarına öğretmeyeni ise ağzı bağlandığı için etrafına misk kokusunu yaymayan bir kaba benzetmişti.
Hz. Peygamber anne babaları ve çocuklarını da Kur’an’ı öğrenme ve onu hayatında gereğince tatbik etme hususunda teşvik etmiştir:
‘Kur’ân-ı Kerîm’i okuyan ve hükümleriyle amel edenin anne-babasına kıyamet günü bir taç giydirilir. Bu tacın ışığı şâyet aranızda olmuş olsa, dünya evlerindeki güneş ışığından daha güzeldir. O halde bununla amel eden hakkında ne düşünürsünüz?’ (D1453 Ebû Dâvûd, Vitr, 14).” (Hadislerle İslam, s.560).
RESÛLULLAH’I İZLEYELEREK KUR’AN’I AHLAK EDİNEBİLMEK
“Sözleriyle bize rehberlik eden Hazreti Peygamber (sav), uygulamalarıyla da bütün insanlığa örnektir. Onun, sabahları Haşr sûresinin son üç âyetini okumayı tavsiye etmek, geceleyin Secde ve Mülk sûrelerini okumadan uyumamak gibi ‘günü Kur’an’la yaşamaya’ yönelik sünnetleri vardır. Her yıl Ramazan ayında, o yıl içinde inenler dâhil, o ana kadar nazil olan âyetlerin tamamını Hz. Cebrail’e (as) okur, onunla karşılaştırma ve karşılıklı okuma yapardı. Bugün Ramazan’da yaygın olarak sürdürülen ve bir kişinin Kur’an-ı Kerim’i okuyup diğerlerinin takip etmesine dayanan ‘mukabele’ uygulaması böyle başlamıştı.
Hz. Âişe (ra), Resûlullah’ın (sav) vefatından sonra gelip, ‘Onun ahlakı nasıldı?’ diye soran bir kimseye, ‘Kur’an okumuyor musun?!’ demiş, ‘Evet’ cevabı üzerine, ‘Allah’ın Elçisi’nin ahlakı Kur’an’dı‘ cevabını vermişti (M1739 Müslim, Müsâfirîn, 139). Hz. Peygamber adeta yaşayan bir Kur’an idi. Kur’an, Hz. Peygamber’in bizzat uygulayarak ashâbına öğrettiği, kıyamete dek kalacak en büyük mirastır. Bütün Müslümanlar bu mirasa sahip çıkmalı ve bu konuda gereken özeni göstermelidir. Sevgili Peygamberimiz bu konudaki uyarısını şöyle dile getirmiştir:
‘Size öyle bir şey bıraktım ki ona sıkı sarılırsanız sapıtmazsınız: Allah’ın Kitabı!’ (M2950 Müslim, Hac, 147).” (Hadislerle İslam, s.561).
Kaynak:
Hadislerle İslam, Diyanet İşleri Başkanlığı, 1. Baskı, 7 cilt, Ankara 2014, c.1, s.548-561.