Seçimler bitti. Türkiye, yaklaşık yüzyıllık Parlamenter Sistem’den Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne yani Başkanlık Sistemi’ne geçti. Bu sistemin ilk başkanı da mevcut Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan oldu. Milletimiz, memleketimiz için hayırlı uğurlu olsun…
Seçimlere ilişkin, -öncesi ve sonrası- bir kamyon dolusu yorum dinledik, ansiklopedik boyutlarda tahlil yazıları okuduk. Fakat bunların çoğunun deli saçması ve ukalalıktan öteye geçmediğini seçimin somut sonucunu görünce daha iyi anladık.
Yani neyi anladık?
Televizyon ekranlarındaki yorumcu jürisi ve gazete köşelerindeki ukala malumatfuruşların aslında öyle çok da bu meselelere dair fikirlerinin olmadığını…
Seçimin sandıkta kazanıldığını…
Kazananın da kendince bir tılsımı olduğunu, milletin kendisine ve programına olan kredisinin hâlâ devam ettiği gerçeğini…
Gerçek ne idi?
Hak ile batıl yarışa girdi. Hak, batıla galebe çaldı.
Hak kime göre hak; batıl neye göre batıl? Böyle bir soru sormadan önce grafiklere bakarsak mesele yalın biçimde anlaşılır.
Hangi parti başarılı olmuştur veya olmamıştır; hangi lider oy kazanmıştır veya kaybetmiştir gibi sorular siyaset bilimcilerin işi. Sonuçları tahlil etmek ise sosyologların… Bu konuda yoruma –şimdilik- gerek yok. Ancak biraz önce de belirttiğim gibi ‘Cumhur İttifakı’ şemsiyesi ülkenin başına güneş geçmesini engellemiş, 2023 hedeflerine koşar adım giden Türkiye’yi rahatlatmış, yıkım ekipleri ve şer odaklarının bütün müdahale, hileli yönlendirme ve algı operasyonlarına karşı güvenli bir kalkan olmuştur.
Seçim sonuçları henüz taze iken…
Ve birtakım mırıldanmalar kulaktan kulağa gelmeye başlamış iken…
Birkaç konuya dikkat çekmek istiyorum.
Büyük başarıya rağmen konuşmamız gereken şeylerin olduğunu düşünüyorum. Mesela, aşınma ve siyasi ahlak düşüşü…
Bana göre aşınmanın en büyük sebebi yüksek kibir. Bunu şu veya bu partinin siyaset aktörleri için söylemiyorum. Türkiye siyasetinin bugünkü hastalığı maalesef bu. Siyaset kibir atından hemen ve derhal inmeli. Sokaktaki insanla göz hizasında olmalı. Unutmamalı ki, “kul, hizmeti sayesinde bey olur.”
İkinci sebep, rey için kapısını aşındırdığı insanları başarıyı yakaladıktan sonra ‘kul’ görmek, aşağılamak, tanımamak hastalığı… Hakir görülen, aşağılanan o insanın her zaman aynı yerde durduğunu kabul etmeli siyasetçi. Siyaseti bitince kendisinin nereye döneceğini yola çıkmadan önce ölçüp biçmeli. Bir gün tekrar aynı kapıları çalacağını asla unutmamalı. Farabi’nin ifadesiyle, “Sevginin kurduğu devleti adalet devam ettirir, zulüm ise yıkar.”
Üçüncü sebep, ‘artık oldum’ vehmine kapılmak. Ki en büyük hastalıklardan biri budur. Olduğunu düşünen aslında daha hamlığının ilk mertebesindedir. Olgunlaştığını düşündüğü anda yeniden başa döneceğini unutur. Geri döndüğünde ise tutunmaya çalıştığı ağaç kendini kabul etmeyebilir.
Dördüncü sebep, iyi ile kötü arasındaki endazeyi doğru tutmamak. İnsanların iyisi ile kötüsü arasında eşit mesafede olmak kaybettirir. Çünkü “eşitliğin böylesi iyileri iyilikten soğutur, kötülerin de fenalığa meylini devam ettirir.”
Beşinci sebep…
Aslında sebepten çok tespit… Nizamülmülk söylesin onu da: “Bu dünya, hükümdarların (politikacıların) amel defteridir. İyi olurlarsa iyilikle, kötü olurlarsa kötülükle anılırlar…”
Seçim sonuçları yeniden…
Ülkemiz, milletimiz, bölgemiz ve tüm insanlık için hayırlara vesile olsun inşallah…