Şok haber önceki akşam geldi. Sina’nın kuzeyinde Ravza Camii’ne DAEŞ militanları saldırdı. Bu çirkin intikam operasyonu neticesinde yüzlerce insan öldü, yüzlercesi de yaralandı. Saldırıya uğrayanlar sufi bir tarikata intisap etmiş, halklarımızın “sade dervişler” olarak kategorize ettiği, büyük çoğunluğu fakir fukaradan oluşan insanlardı.
Arap gazeteci Cemal Kaşıkçı olay üzerine sayfasından yayınladığı Twitter mesajında şöyle yazdı:
“Yirmi sene önce o vakitler Cüveyde hapishanesinde yatan Makdisi ile mektuplaşmıştık. Kendisiyle bir röportaj yapmıştım ve Vasat dergisinde yayımlanmıştı. Suudlu büyük âlimleri zora sokacak bazı sözlerini röportaj metninden çıkarmıştım. Gerçek acıdır. Bu düşüncenin üretilmesinde bizim de sorumluluğumuz bulunmaktadır. Şimdi prensin söz verdiği üzere aşırılıkçı yaklaşımın bertaraf edilmesi gerekmektedir. İşe buradan başlamalıyız.”
Makdisi, Ürdünlü bir selefî davetçi olup şeriat tahsilini önceki Suud müftüsü Şeyh Bin Baz’ın davetiye gittiği Medine-i Münevvere’de tamamladı. Ardından Pakistan ile Afganistan arasında mekik dokumaya başlayan Makdisi’nin el-Kaide örgütüyle çok yönlü ilişkileri vardı. Tartışmalı fikrî eğilimlere sahipti. Mesela; Amerika’daki 11 Eylül olayının meşru olduğuna dair fetva yayınlamıştı. Kendisini selefî akımın en parlak davetçilerinden kabul eden geniş bir Suudlu âlim kitlesiyle yakın teması bulunmaktaydı. Bu durumuna rağmen DAEŞ’in eylem tarzını tenkit ediyordu. Ancak, el-Kaide’ye olan desteğini hiçbir zaman çekmedi. Makdisi’nin cihad ve cihadın meşruiyeti konusunda çokça beyanatı vardır. Kendisi etkili cihatçı simalardan biri olarak kabul edilmektedir.
Kanaatimce mesele bu şahıstan başlamamaktadır. Her ne kadar kendisi cihatçı akımın yıldızlarından biri olsa da asıl mesele Suudi Arabistan’daki dinî okullarda çocukların zihinlerine ekilen selefî fikirlerde düğümlenmektedir. Bu fikrin en büyük çıkmazı, İslam’ı sadece selefî düşünceden ibaret kabul etmesidir. Dolayısıyla bu çizginin dışında kalan tüm hareket ve grupları ‘İslam dışı’ saymaktadırlar!
Selefî hareket ümmetin geri kalan tüm gruplarına ‘dinleri tashih edilecek kimseler’ muamelesi yapmıştır. Böylece Vehhabi düşünce ekolü, pratikte Müslümanların “İslam” vasfını düşürmüş ve onları din ve inançları düzeltilecek kişiler gibi görmüştür. Bunu yapmadıkları sürece onları -kendi bakış açılarına göre- dinden uzaklaşmış sapıklar olarak kabul etmiştir.
Vehhabi ekolün ikinci problemi; sabit şer’i referanslardan ve belirli sabitelerden yoksun olmasıdır. Bu ekol çok fazla sayıda insana keyiflerine göre fetvalar vermek ve yorumlar yapmak yetkisini tanımıştır. Bu fetvalar değişik yerlerde çok sayıda felaketlere yol açmıştır. En son DAEŞ’in ortaya çıkmasına ve türünün tek örneği garip metotlarını uygulamasına da bu selefî ekol fetva vermiştir! Verilen fetvalar sayesinde DAEŞ, bütün muhaliflerini “kâfir/mürted oldukları” gerekçesiyle öldürmeye ve intikam almaya yeltenebilmiştir. Hilafetin yegâne sahibi olarak kendilerini görme cüretini bu ekolün fetvaları sayesinde gösterebilmişlerdir. Dolayısıyla onlara göre kendilerinden farklı olan herkesin katli vaciptir!
İşte bu şekilde Vehhabi ekol çok büyük tehlikeler doğurmuştur. Bütün grupları silahlanmış vaziyette. Bunların her biri, “Allah’ın hükmünü ikame” etme hak ve görevinin kendilerinde olduğuna inanmaktadır! Akla ve havsalaya sığmayan cinayetlerini işte böyle bir ruh hâliyle işleyebilmektedirler!
Vehhabi düşüncenin ulaştığı tehlike düzeyi günümüzde artık dayanılamaz boyuta ulaşmıştır. Bu durumda öncelikle Suudi Arabistan devletine düşen sorumluluklar bulunmaktadır. Dinî eğitim veren okulları yeni baştan düzenlemelidir. Gerek ülke içinde gerekse dışarıda tebliğ ve irşad faaliyeti yürüten tüm davetçilerinin işine son vermelidir. Zira aşırılık ve ayrılık fikirlerini yayan onlardır.
Sina’da Ravza Camii’nde akan kanlar(ın fetvası) selefîlerin kalemiyle yazılmıştır!
Çeviri: Fethi Güngör