O eski Çin bedduasına tutulmuş gibi ‘tuhaf zamanlarda yaşıyoruz.’

Gurbetlik bitti, hasretlik gitti ve âşıklık yitti…

Öyle bir garabettir ki bu, aşk ile hasretlik ve gurbet arasındaki mesafe, neredeyse tamamen kapanmış olmasına rağmen yakın bir gelecekte vuslat da mümkün görünmüyor.

Hayatımızın her yanını kuşatan bu muşamba dekor ve bu sanal gerçeklik, bizlere hayatımızı idame ettirebileceğimiz hakiki bir mekân ve gerçek bir zaman da bırakmadı.

Her şeyin sahtesini yaşıyor, her durum ve her duygunun yerine daha kısa ve daha hızlı ve daha yapma olanını tercih ediyoruz.

Bu sahte ve suni tercihlerimiz bizi gurbetten ve hasretlik duygusundan uzaklaştırıyor.

Aslında uzaklaştırmıyor; teknoloji mesafeleri daraltarak, uzakları yakın hale getiriyor ve gurbet mefhumunu ortadan kaldırıyor.

Gurbet kalmayınca hasret ve hasretlik duygusu olmayınca aşkın kristali çatlıyor, sahicilik yok oluyor.

Ve bu tuhaf zamanlara teknoloji veyahut iletişim çağı diyoruz.

Teknolojinin bir fayda olarak insanoğluna sağlamış olduğu uzakların yakın hale getirilmesi imkânı, bir hız saplantısı ve tutkusuna dönüşerek önüne gelen her şeyi un ufak eden tahtakurusu gibi özümüzü kemiriyor.

Sosyal medyanın türlü türlü imkânlarıyla artık iletişimde sınır tanımaz hale gelmiş bulunuyoruz.

Elimizdeki telefonlara ve sosyal medyaya sadece birer konuşma, birer iletişim aracı değil, sevdiğimizin sesini duyabildiğimiz, resmine, görüntüsüne ve dahi şimdiki haline bakabildiğimiz sihirli totemler gibi bakar olduk.

Hâlbuki bu aletler önce bizdeki mucize inancını yok etti; nereden geldiğimizi unutturdu, bizi bu dünyanın kalıcılığına inandırdı.

Bizi hasretten, bizi özlemekten alıkoydu; gurbetimizi ortadan kaldırdı.

Gurbetin olmadığı bir vasatta aşkın neşet edebilmesi ve hayat bulması mümkün değildi…

İnsiyaki olarak şu ya da bu şekilde ruhumuzda hazır bulduğumuz gurbet duygumuz gelişme, serpilme imkânı bulamayınca ne yazık ki hayatiyetini devam ettiremedi;

Sevgili ile aramızdaki mesafeyi teknoloji ile yakınlaştırmış ve ulûhiyetten ayrılığın meydana getirdiği gurbet duygusunu tamamen unutmuş durumdayız.

Şimdi bizim için gurbetin, Allah’ın insanı dünyaya indirmesiyle başlayan sevgiliden uzaklık olduğunu mümkün değil kimselere anlatamaz olduk.

Sanal gerçeklik aşkı, gurbeti, hasreti, firkati, firakı, hicranı yeniden tanımlayarak hepsinin içini boşalttı.

Bunların ruhi değil, bedensel duygular olduğunu zannetmeye dahası kabul etmeye başladık.

Ömrümüzü bedenimizin tatmini için harcar hale geldik.

Oysa Bezm-i elestte verdiği sözden sonra dünyaya indirilen insanın alem-i bekâdan, âlem-i fenâya göçüydü kadim kültürümüzde gurbet…

Gurbet ve hasretlik âşığın en büyük derdi, en derin ıstırabı ve türkülerinin ve şarkılarının ve şiirlerinin ilham kaynağıydı.

Öyle bir tuhaf zamanlarda yaşıyoruz ki şimdi, gurbet unutulmuş, hasret yerini hazza bırakmış, aşk yok olmuş ve insan bu iletişim çağında yolunu ve istikametini kaybetmiş…