Siyaset yazmak riskli iştir. Yazdıkların, başkalarının yaptığını tahmin etmekten ibaret. Mesela sayfalar dolusu yazı yazılmıştır, “İngiltere’nin Ortadoğu’daki planları nedir?” başlığı altında. Biri öyle der, öteki böyle der. Böyle bir plan varsa biri çıksın açıklasın, ne uğraşıyoruz. Olmaz. Öyle dedi, böyle dedi… Hmmm demek ki bunu demek istedi, aslında bunu yapmak istedi, böyle yaparken aslında aklında bu vardı…
Anında açığa düşmek mümkün, anında yanılmak mümkün. “Boş boş konuşmuş” duruma düşmek an meselesi. Siyaset yazmak riskli iş anlayacağınız. “Cumhurbaşkanı aslında ne yapmak istedi?” diye bir yazı yazsam ben, ne kadar havada kalır yazdıklarım, düşünsenize. Nereden bilebilirim ki ne yapmak istediğini? Konuşurum işte. Hayır, Cumhurbaşkanımız doğrudan bana söylemiş olsa ne yapmak istediğini, yine bir nebze. Ama onda bile risk var. Bana söyledi diye yapmak zorunda mıdır? “O’na söyledim, artık Rusya ile ilgili şu açıklamayı yapamam, yazık çocuğa” mı diyecektir? Yoo. Devlet yönetiyor o. Şartlar vardır, konjonktür vardır. “24 saat siyaset için çok uzun zamandır” derler. E doğru. 4 saat bile uzun zamandır bana kalırsa.
Oysa edebiyat öyle midir? Kendi kurduğun dünyanın kahramanlarına istediğini yaptır, istediğini söylet. İç ses yaz istersen, dış ses yaz. Okuyanlar “aslında öyle” olduğunu sansınlar ama sen yazının sonunda pat “aslında böyle” olduğunu söyle. Mis. Risk yok.
Bir şey daha var. Siyaset yazarsan hayatının içini dışına çıkarırlar. Yaptıkların yazdıklarınla çelişemez. Anında tefe koyarlar. Vaay demek öyle dedin ama böyle yapıyorsun ha, derler. Teoriyle pratik bir olmazsa vay haline. Damdan düşmüşe dönersin. Bir de şimdi kontrolsüz güç “sosyal medya” var. Anında yayılır mazaallah.
Bitti mi? Hayır. Siyasetin kendisine tanınan “konjonktürel olma” hakkı, siyaset yazarına tanınmaz. Dün yazdığını bugün inkar edemezsin. Ya tamam iyi de dün şartlar böyleydi, bugün böyle diyemezsin. Vay efendim dün söylediğini bugün nasıl inkar edersin? “E ederim kardeşim, her şey değişti. Ne yapayım, ben mi yapıyorum siyaseti” diyemezsin. Haşa, Allah’ın emri gibi dün söylediklerine, bugün de iman etmeni isterler senden.
Ya edebiyat? Zaten yalan dolan. Zaten kurmaca. Dün dediğinle yargılamazlar seni. Yargılayamazlar. Önceki romanında romanının başkahramanı İrancı olur, sonraki romanında Ateist. Hiç yapışmaz sana yazdıkların. Edebiyatın iyi tarafları akılda kalır. Tutarsızlıkların sorgulanmaz. Hayal kardeşim bu, roman kahramanı. Benim düşüncelerim mi sanki dersin, sıyrılırsın işin içinden. Yazdıklarını yaşamak zorunda da değilsin. Şizofren birinin öyküsünü yazdı diye hiçbir hikayeciye şizofren diyemeyiz mesela. Tamam, ahlaklı adamın roman kahramanı da biraz ahlaklı olur, çok da uçup gidemez filan ama ahlaksız olsa bile kimse suçlayamaz yazarı.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın özel hayatını bilen var mı? Az. Ya Huzur’u okuduktan sonra, yazarın özel hayatıyla romanı özdeşleştirenlerin sayısı. Onlar da az. Bir iki mısra, bir iki roman karakteri. İşte hepsi bu Tanpınar’la ilgili bildiğimiz. Oysa “İnönü’ye taparım” demiş adamdır kendisi. Yapma ya, dur o zaman romanlarını okumayayım diyebilir miyiz bunu dedi diye? Hayır. Çünkü sonra da “Müslüman olduğum için solcular beni sevmezdi” diyen de aynı adam. Öyle buharlaşır gider işte büyük bir romancının yaşadıkları. Büyük roman yazarsan, yaşadıklarını kimse görmez. Böyledir bu. “Edebiyat kalkanı” diye bir şey var. Rus uçağını zımbaladık, bak esnaf kan ağlıyor, mal satamayacaklar Rusya’ya. Siyasetçiler ıkım sıkım vaziyetteler. Aman savaş çıkacak, yaman savaş çıkmasın. İtidal cart curt. Herkeste bir tedirginlik.
Kimse Rusya’ya yaptırım uygulayalım ve Dostoyevski okumayalım artık demiyor. Ooooh ne âlâ. “Sen gel bizim hava sahamızı ihlal et, biz de hâlâ Tolstoy okuyalım. Yok ya!” demiyoruz haliyle. Biz Amerika’dan nefret ederiz ama Hemingway’i okuruz yine de; IŞİD İngiltere’nin taşeron örgütüdür diye kimse Shakespeare okumaktan vazgeçmez.
O yüzden Diriliş Postası’nda roman tefrik eden Ziya Güler’e imreniyorum (Dün “mutlu son”la bitti.) Hülya Avşar diyor, İran diyor, Magazin diyor. Diyor ha diyor. Ama gazetenin diğer köşelerinde analizle boğuşan yazarlardan daha özgür. Ne hükümetteki dengeler umurunda, ne gazetenin yayın politikası. Edebiyat oolum bu. Kurmaca bir dünya. Adamı kurduğu bu dünyanın içindeki mahkemede yargılayamayız ya. Edebiyat işte.